Calısma masasının basındaydı, kendini calısma masasını cok fazla ihmal ettigine dair bir suphe dusmustu icine ki haklıydı da. Son iki haftadır hic yaklasmamıstı ona, ne kadar gorse de hep oturma odasındaki koltuga gitmişti okumak ya da birseylerle ugrasmak istediginde. Arkasından gelen yanıp sonen yeni yıl agacının ısıkları, kucuk cocuklar gibi odanın bir duvarından digerine kosturuyorlardı. Aslında bu okurken onu rahatsız ediyordu ama kalkıp da fişini cekmek icin cok tembel buluyordu kendisini. Tembellik demek istemiyordu buna, sadece canı birseyler yapmak istemiyordu. Birseyler yapmaktan kacmak degildi bu yaptıgı, sadece yapmak istemiyordu. Soz konusu canının yapmadıgı birseyler olunca, kendini bile ikna edebilecek kelimeleri vardı, ve en ustaca boyle zamanlarda kullanıyordu dusuncelerini belki de. Gokyuzu pembenin gri tonlarındaydı ve sehrin ısıkları cok cansızdı. Belki de kimse yeni haftanın baslamasına hazır degildi. Boylesine yorgun bir sehrin zaten canlı insanları olamazdı. Her haftasonu gibi gorunen ve cok sıradan bir cumartesi-pazar ikilisi yasanmıstı sehirde, ne olmustu da birkac saat icerisinde taze yogurulmus hamur kıvamına gelmişti hersey, bir fikir yurutemiyordu. Hangi nedene atsa kendiini, orada kalıyordu aklı. Duraganlık uzaktan bakmasına ragmen onu bile bir yere gidemez kılmıstı. Buz kaplı bir yolun uzerindeki arabada gaza basıp aracın bir yere gitmesini beklemek gibiydi onun hali de. Farklı seyler dusunmek istese de hicbir yere gidemiyordu aklı. Belki de asırıya kacıryordu bugun empatisi. Kendini baskalarının yerine koymaya ara vermeliydi bellki ki yoksa saplandıgı yerden cıkabilecek gibi durmuyordu. Meyve tabagında duran elmalardan birini aldı. Dıs gorunusu itibariyle cok tatlı oldugunu sanmamıstı, ama ısırınca istedigi kıvamdan cok da uzak olmadıgını farketti. Ne tuhaftı ki kucukken sevmedigi turde elmaları seviyordu artık. "Cocukken biz neydik be!" diyebilecek bir cocuklugu yoktu aslında, tamam, o da maceralar yasamıstı belki bircok insan gibi ama onunkiler baskalarının anlattıgı destanlar gibi inanılmaz ya da bir talk şov gibi komik degildi. Hatırladıgı komik olan anılarını bile bircok insan komik bulmuyordu. Anlatıgında ya acıklaması gerekiyor ya da "aslında orada olmalıydınız, o zaman anlardınız" diyordu. Bir taraftan da gozunu yıllardır calmaya calıstıgı ama asla istedigi kadar olamadıgı gitara cevirmişti ki, o da boyle bir hayal kırıklıgıydı onun icin. Calmak istedigi o kadar guzel ve ozel sarkılar vardı ki. Bir ara Melekleri anlatmak icin bir beste bile yapmaya heveslenmişti. Cok uzun zaman sonra bile az cok hatırlıyordu sozleri. "İdare eder işte" ifadesini de yuzunden eksik etmeyerek elmadan son ısırıgını alıyordu. Tekrar insanlarla olan diyaloglarına geri donunce bir an sendeledi, hala sehrin buzlu sokaklarında ilerlemeye calısıyormuscasına dusuncelerinin kontrolunu kaybetti. "En azından dogru zamanlarda dogru insanlarla konusmak zorunda kalmıyorum" dedi kendine, tum gunu diger insanlardan uzak geciyordu ve bu mutlu ediciydi onun icin cogunlukla. Yine de guzel sohbeti olan bir iki insanı aramıyor degildi, ozellikle de kadehlerini birlikte kaldırdıkları insanları arıyordu bazen hayatında. 4 mevsimin ayrı dusurumedigi duygularla, farklı insanların ortak dertleriyle, duygularıyla akardı siselerden bardaklara, bardaklardan ruhlara. Ve evet, ruhlarıyla icerlerdi ickilerini. Boyle insanlar bulmak zordu. Ama uzakta tutuyordu onları da kendisine, zira o mutsuzken, digerleri mutlu oluyorlardı, o mutluyken de, digerleri mutsuz. Bunun kendisine yapılmıs bir lanet gibi gorurdu ve bu mutsuzlukların sebebi olarak bazen kendini gorurdu. "Belki etraflarında ben olmazsam, bu mutsuzlugum olmazsa, mutlu olur ve oyle kalırlar" dediginden beri bu dusuncesine sadık kalıp neredeyse hic gorusmemişti onlarla. Sadece evlenmiş olan bir arkadasını ziyairet etmişti ki, o da artık eski benliginden cok uzaktaydı ama onu da anlıyordu. Sonucta sorumluluk omuzların uzerine dusunce tekrardan dogrulmak zor olurdu. Evini alırken yasadıklarını hatırlayıp meyve sepetine dogru baktı. Birkac elma, bir iki mandalina ve muz oradaydılar ama iştahı kacmıs gibiydi. Masayı terketme saati gelmişti anlasılan, zaten dogru duzgun birsey de okuyamamıstı. Yavas yava dogruldu belini destekleyerek, cok oturdugunda omurlarına kucuk de olsa bir agrı saplanırdı. Gramafona dogru ilerledi, eski 45likleri cekmişti canı. "Muzik ruhun gıdasıydı sahi, belki de ruhani bir aclıktır bendeki de?" dedi plagı yerlestirirken. Normalde cok dinlemedigi insanların plaklarını almıstı, "neden bu insanların sarkılarını dinlemiyorum acaba ben?" diye merak etmiş ve bu nedeni bulmak icin bazı gecelerini bu plakları dinlemeye ayırmıstı. Bazılarında cok guzel sarkılar buluyordu, bazılarını ise yine dinlemeyi kararlastırıyordu. Durumuna bakarak af getiriyordu bazı sarkılara, affetmişti ona anılarını hatırlatan bazı sarkıları. "Tanrı" dedi basını yukarı dogru kaldırırken "Tanrı, temiz kalpli gunahkarları affeder mi acaba? Yoksa simdi yaktıgı gibi yakar mı?"....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
RandomSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye