Tarih, Saat, Peron

7 5 0
                                    

Bu sehirden gitmek, onun icin farklı bir olguydu. Otobus biletini almıs, cebine koymus, gercek mi hayal mi oldugunu anlamak icin arada bir cıkarıp bakar olmustu. Bir kez daha bileti cebinden cıkartıp tarihine ve saatine baktı, sonra tam koyarken hangi perondan kalkacagına da bakmayı akıl etti. Yuzunde ard arda alınmıs hızlı nefeslerin bıraktıgı bir siskinlik vardı. Oturdugu metal bekleme koltuklarının rahatsızlıgı ve yurudugu uzun yolun ustunde bıraktıgı agrılar da buna eklenince sigara tiriyakileri gibi nefes alıp vermeye baslamıstı. Tum bunlarınn ustune, oturdugu koltuk, lavaboya en uzaktaki bolumdeydi ve tum otobus terminalini bastan sonra gecmesi gerekiyordu oraya gidebilmesi icin ki su an cok sıkısmıstı. Yavasca dogruldu, ustunu basını duzeltti, basını once dik bi sekilde karsıya dogru cevirdi sonra da hafifce yere bakacak sekilde yurumeye basladı. Adımları her zamanki gibi yavastı, icindeki heyecanı da gormek istedigi ihtiyacı gibi bastırıyordu sanki. Yurudukce zaten hızlı olmayan adımları dinledigi sarkıların ritmlerine uyup biraz daha yavaslıyor, gidecegi yolun bitmesine bir o kadar engel oluyordu. İhtiyacını gordukten sonra cıkıs yaparken 75 kuruşu çıkıştaki büro gibi gorunen yere bıraktıktan sonra kendine dogru uzanan bir el gordu. Daha once bircok kez gidip gelmişti bu sehre ve yine aynı cok kez de kullanmıstı lavaboyu fakat ilk defa biri ona kolonya tutuyordu. Memnuniyetle ve belirgin bir saskınlıkla kabul etti bu comert teklifi. Comertceydi ona gore, cunku daha once gormedigi bi davranıstı bu. Cogunlukla da boyle olurdu zaten. Bir insana daha once hic davranılmadıgı gibi davranır, ona verilenden cok az bile fazlasını verseniz sizi comert biri olarak gorurlerdi. Kimse bunun hakedilmiş ya da gercekten bir hediye mi oldugunu dusunmezdi. Bu dusuncelerle ellerini kolonya ile ovaladıktan sonra nefesinin acılması icin ellerinde hızla buharlasmakta olan kolonyayı derin bir nefesle icine cekti, aynı hızla da öksürdü. Gozlerinden yas gelirken burnunun sızısını hissetti. Kolonyanın işe yaradıgının bir gostergesiydi bu belki de. Geldigi yere dogru yurumeye basladı, aynı sakinlikle....Koltuga geri geldiginde burnunun sızısı coktan gecmiş, boyle birseyin olgunun varlıgı bile unutulmustu. Cok can yakmayan tum acılar bu hızla unutulurdu, izleri de kalmadıgından tekrar tekrar oltaya gelmemek de elde degildi. Kucukken kırılan camdan aldıgı facaları gordukce o anı ve o acıyı tekrar tekrar yasardı. Halıya dokulen o vazo parcalarının uzerinden kosarak gecerken ayagına batan camların acısını da, temizlerken halının orgusu arasından bir bir ayıkladıgı parcaların ellerinde actıkları yaraların sızılarını da gayet iyi hatırlıyordu. Elektrikli supurgeyle temizlemeye calısmıstı heryeri fakat o kucuk "kırpıntı" boyuntundaki parcalar, halının icinden bir turlu cıkmayınca geriye baska bir caresi kalmamıstı. Domates dograrken ve portakal soyarken ellerinin nasıl yandıgını hala bugun gibi hatırlıyabiliyordu. Derin olmasa da bir sekilde iz bıraktıklarından bolca akla gelen olgular arasında yer alıyorlardı. Tum bunların arasında nasıl olduysa bir kez daha bileti elinde buluvermişti, yine saatine ve yolcu numarasına bakıyordu. Cebime koyduktan sonra peona bakmayı akıl edip bileti geri cıkartıp peronun numarasına bakıyordu. Dejavudan hallice bi durumdu belki de bu, zira farkettigi uzere bu bilet kontrolunu aklı degil, vucudu yapıyordu. Bisiklet kullanmak gibi birsey olmaya baslamıstı, bu nedenle de pek sıkıntı etmiyordu halini. Zaten cebinde cogunlukla kagıt tasımazdı. Birseyler tasıması gerektiginde, ufacık bir sey bile olsa, bir canta alırdı yanına ve bu her aman bir sırt cantası olurdu. Bel cantalarıyla arası acıktı. Ona gore hem kullanıssız hem de insanı salak gibi gosteren urunlerdi bel cantaları. Cogunun icine okunmaya degecek kitaplar sıgmazdı zaten, hem guvenligi olan biryere girerken de ayrı problem yaratıyordu. İşte bilet yine elindeydi, bu defa, otobus seferine sadece 15 dakika kaldıgını farketmesini saglayan belki de en anlamlı kontrolunu yapıyordu. Perona dogru yola cıkmadan once yavasca dogruldu, once bası dik sonra da kısmen yere bakacak sekilde yurumeye basladı. Sehrin ısıklarına bir kez daha baktı dısarı cıkınca, tanıdık bi yere biel farklı bir acıdan bakınca yabancılastıgını farketti ve bu yeni goruntunun ona ne kadar yabancı oldugunu kabullenemedi. Oralarsı, sureları hep biliyordu ama bir turlu "gercekten boyle mi gorunuyor buradan?" gibi abez ve cevabı belirgin sorulara cevap veremiyordu. Tum bu cevapsızlıkların arasında bir de asker gecirme toreni vardı hemen arkasında. Bagırıslar, cagırıslar ganiyle gidiyordu. Hep bir agızdan soylenen tezahuratlar vardı yankılanan. Otobusune dogru yola koyuldu, icguveysinden hallice bi haldeydi otobuse bindiginde. Etrafında hayatının yabancı 3. sahısları tanısma turları atıyorlardı, soyleyecegi tek kelimeyle onunla yolculugun sonuna kadar hayatlarının icerigini konusacaklar, ne kadar zor bir hayatları oldugunu ne kadar basarılı işler yaptıklarını ya da ellerinden nasıl bir sey gelmedigini anlatacaklardı belki de.... Boyle yolculukları cok gormustu zamanında, ama artık yolculuklarda konusmaz, sadece "tesekkurler, lütfen" gibi kelimeleri kullanırdı. Yolculuk agır agır baslarken, o cok felsefik otobus camı goruntuleri ona uykusunun ne denli gerekli oldugunu tembihleyen bir aile buyugu gibi surekli gozlerini asagı cekiyordu. Birseyler okumak istiyordu oysa ki, o camlarda ne huzunlu hikayeler ne kahramanlık oykuleri vardı, bircok masala parmak sırtacak cinsten. Yavastan bir uyku sezonu acılısı yapılmıstı ki, bebek gibi bir uyku uyuyabilmek istedi icinden, icindeki bebege parmak ısırtıcak cinsten...

Bir Sehrin YalnızlıgıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin