"Kürşat gerçekten özür dilerim."
Yaklaşık yüz kere olduğu gibi yine özür dilediğimde Kürşat hiç tepkisiz arabayı sürmeye devam ediyordu. O böyle yaptıkça cidden vicdan azabı çekiyordum. Aslında böyle yapmasına gerek yoktu. Emrivaki yaparak hayatına etki etmeye hakkım yoktu.
Yine ve yine ne kadar teşekkür etsem azdı. Beni bu durumdan kurtarmıştı ve ortaya attığım şeyin arkasında durmuştu. Ama yine de söylediğim şey basit değildi ve... Of! Dört yapraklı yoncamın bir yaprağı mı kopmuştu?
"Kürşat, lütfen bir şey söyler misin?" deyip ona döndüğümde gözünün ucuyla bana bakıp gergin yüzüyle tekrar yola odaklandığında derin nefes alıp elimle yüzümü sıvazladım. Ne yapabilirdim ki? Babamın göz göre göre beni o adam götürmesine izin veremezdim!
Tamam, şimdi gerçekten nişan mı yapacaktık?
"Kürşat, bunu yapmak zorunda değilsin. Kendi başımın çaresine bakabilirim." Söylediklerimden sonra sert bir şekilde baktığında olduğum yere sinip dudaklarıma fermuar işareti yaptım. Kendimi cidden çok kötü hissediyordum ve o böyle yaptıkça tuzu biberi oluyordu.
Konağa geldiğimizde Kürşat arabayı park edince arabadan inip konağa girmiştim. Allah'ım, lütfen çocuklar dışarı falan çıkmış olsun ve kimseyle karşılaşmayayım. Cidden havamda değilim.
Etrafta kimsenin olmadığını görünce derin nefes alıp hışımla odama yönelmiştim. Kürşat arkamdan eve girdiğinde gözümün ucuyla ona bakıp herhangi bir pas vermediğini görünce oflayıp odama çıkmıştım.
Neden? Neden saçma sapan bir karşılaşmanın içine girmiştim? Ne zaman hayatımla ilgili mutlu bir anım olsa ardından onu yıkacak bir şey oluyordu.
Pekâlâ. Bence istifa etmeliydim. Kürşat'ı bu yükün içine sokamazdım. Kendi menfaatim için onu kullanmam etik olmazdı. Evet, evet.
Ah! İstifa etmek istemiyordum ki. Onlara çok alışmıştım. Kendi ailemde görmediğim sıcaklığı onlarda tatmıştım ve bu his hoşuma gitmişti. Bencillik yapmak istemiyordum ama bencillik yapmazsam kaybedeceğimden emindim.
Yapamazdım.
Mutfağa inip Kürşat ve kendime kahve yaptıktan sonra odasının önüne geldiğimde duraksamıştım. İçeri girecek ve işi bırakacağımı söyleyip babamla köye geri dönecektim. Belki... Bilemiyorum. Dönmezdim ama buradan giderdim.
Kalbim neden acıyordu?
Kapıyı tıklattığımda içeriden ses gelmeyince kapıyı yavaşça aralayıp kafamı kaz misali içeri sokmuştum. "Şey... Kahve getirdim."
Kürşat kafasını bilgisayardan kaldırıp bana döndüğünde başını salladı. İçeri girip yanına kahveyi bırakıp çıkacağım sırada kolumu tutup; "Gel köylü kızı. Otur." dediğinde başımı sallayıp yatağına oturdum.
"Kürşat. Şey... Ben işi bırakmaya karar verdim." dediğimde kahkahası kulaklarımı doldurmuştu. Eğdiğim başımı kaldırıp merakla ona baktığımda başını sağa sola sallayıp; "Nişandan önce kaçıyor musun yoksa?" deyince kaşlarım çatılmıştı.
"Bence ne giyeceğine karar vermelisin. Üç gün kısa bir süre." Duyduklarımı idrak edemiyordum. Gülerek bana bakan adamın söyledikleri kulaklarımda dönüp duruyordu. O gerçekten bunu yapacak mıydı?
"Sen ciddi misin?" Heyecandan sesimin yüksek çıkmasına engel olamamıştım. Gözlerindeki parıltıyı görseniz yemin ederim kalbinizin intiharı olurdu.
Heyecanla ayağımla yerde ritim tutmaya başladığımda elimle alnımı kaşıyıp merakla gözlerine bakmaya başladım. Bunu neden yapıyordu? Bu yaptığı resmen kaderinin önüne engel koymaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köylü Kızı ve Konmaz
Romance"Biliyordun." diye mırıldandım. Pürüzlü boğazımı temizleyip kurumuş dudaklarımı ıslattığımda fark bile etmediğim gözümde biriken yaş kendini aşağı bırakmıştı. "Hepsini biliyordun." Çenesinin kasıldığını görmüştüm. Silahı tuttuğu eli sıkılaştığında...