Yeni bir günün insanlığa umut getirdiği bilinirdi. Doğrusu herkes buna tutunmak istemişti çünkü her önceki günün sonraki günü daha beter olmasını istemiyordu. Umut... Soyut kavramın insanların duygularında bu kadar etki etmesi hayatın gerçeklerini az da olsa öne çıkarıyordu.
Sonraki güne uyandığında ne olacağı umurunda olmayan Kürşat'ın şu an insanların umut dediği şeye tutunmaya ihtiyacı vardı. Gece yapılan nakilin Sude'nin bedeniyle uyum sağlaması gerekiyordu. Hayata tutunmasını sağlayacak tek şey Ekin'in kalbinin onunla uyuşmasıydı.
Ameliyat biteli üç saat olmuş, gün doğalı ise bir saati geçmişti. Aydınlık koridorlar içindeki karamsarlığı bir kenara kısa süreliğine bıraktırsa da gece yarı uyanık gördüğü kabusun etkisinden çıkamıyordu.
Belki de hastaneye adım attığı günden beri uyuyamadığı için de olabilirdi.
"Oğlum. Sana atıştırmalık bir şeyler getirdim." Tenzile Hanım'ın yüzüne bakmadan gözünün ucuyla elindeki tabağa baktığında başını sağa sola sallayıp mırıldandı. "Canım istemiyor anne."
Bitkin ve solgun sesi Tenzile Hanım'ı fazlasıyla endişelendirmişti. Anne demiş olması bile yeterliydi aslında. Çünkü Kürşat en son Kübra'nın odasından gelen silah sesinden sonra annesine bakıp şaşkın bir şekilde; "Anne?" diye mırıldanmıştı.
İç çekip elini oğlunun omzuna koyduktan sonra birkaç saniye bekleyip doğru kelimeleri yan yana getirmeye çalıştı. "Güçsüz düşeceksin oğlum. Sude uyandığında seni böyle görmesini mi istersin?"
Kürşat'ın dudakları milimlik iki yana ayrılıp tekrar eski yerini almıştı. "Zaten güçsüzüm anne. Hiç istemediğim kadar hem de."
Tenzile Hanım dayanamayıp oğlunun omzunu sıkıca tuttuğunda Kürşat ona doğru dönmek zorunda kalmıştı. Annesinin acılı bakışlarını gördüğümde neşeden uzak bir gülümseme yüzüne yerleşti. "Anne ya başaramazsa?" diye sorduğunda kalbi sıkışan Tenzile Hanım başını sağa sola salladı. "Başaracak oğlum. Sana karşı duran kadın buna mı karşı duramayacak?"
Kürşat başını sağa sola sallayıp gözlerini annesinden çekti. Dudaklarını aralayıp kapattıktan sonra kendi kendine mırıldanıp elini saçlarının ardından geçirdi. "Uyandığında daha büyük acılar onu bekleyecek."
"Neler olduğunu ne zaman anlatacaksın oğlum?"
Biraz durup düşünmek için kendine fırsat tanıdı. Anlatıp anlatmamak arasında kararsız kalmıştı. Anlatsa ona teselli verebilirdi. Aslında anlatmamak için herhangi bir sebebi yoktu ama anlatamıyordu.
"O gitmeden önce... Yapmam gereken şeye cesaret edemedim anne. Bir hatamın böyle güzel doğruyu kollarına alması canımı yakıyor."
"Oğlum..." deyip sırtını sıvazlamaya başladığında boğazını temizleyip devam etti. "Bazen yanlışın o doğruyu kucaklaması gerekir. Kucaklaması gerekir ki doğrunun yanlışla savaşması gerekir. Sude çok iyi niyetliydi. Çocuktu. Şimdi büyüyecek."
"Bu kadar olmak zorunda mıydı?" Annesine dönüp ciddi bir şekilde sordu. "Kübra yüzünden bu kadarını yaşayıp büyümek zorunda mıydı? Kübra öldü, Ekin öldü. İkisinin arkasındaki enkazda biz kaldık. Belki de Sude'nin de ruhu ölecek. O neşeli... Bizim yüzümüzden bir ruh yaralandı anne."
İkisinin arasında kısa süre sessizlik oldu. Tenzile Hanım olaylardan bihaber olduğu için anlamamış olsa da ciddi bir şeyin olduğu aşikardı. İrdelemek istemiyordu. Oğlu doğru zamanda söylecekti, emindi.
Kürşat duraksayıp birkaç kez yutkunduktan sonra; "Bizim suçumuz." diye mırıldandı. Tenzile Hanım kaşlarını çatıp; "İyileşecek Kürşat. Bu olay için kendini bu kadar suçlama." dediğinde Kürşat güldü. Başını sağa sola sallayıp tekrar annesine döndüğünde ciddiyetle konuşmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köylü Kızı ve Konmaz
Romance"Biliyordun." diye mırıldandım. Pürüzlü boğazımı temizleyip kurumuş dudaklarımı ıslattığımda fark bile etmediğim gözümde biriken yaş kendini aşağı bırakmıştı. "Hepsini biliyordun." Çenesinin kasıldığını görmüştüm. Silahı tuttuğu eli sıkılaştığında...