Balkonda ayaklarımı mermerin üzerinde parmaklıkların arasına sıkıştırmış dalgın bakışlarımla karanlığa bakmaya başlayalı yarım saati geçmiş olmalıydı. Kürşat'ın yapamayacağım demesinin üzerinden ise yarım saati iki dakika geçmişti. O iki dakikanın bir dakikasında sadece anlamsız bir şekilde gözlerine bakmış ve deli gibi dönmesini göz ardı edip kendimi balkona atmıştım.
Temiz olan her şey çok iyi geliyordu.
O mükemmel hissettiren ama sonrasında deli gibi utandıran anın arasından sıyrıldıktan sonra yanaklarım resmen alev almaya başlamıştı. Şimdi içeri geçip Kürşat'a bakmaya cesaret edemiyordum. Aslında neyi yapamayacağını sormak istiyordum ama sanırım o adım atmadan adım atamayacaktım.
Üşümeye başladığımda kollarımı birbirine sarıp bacaklarımı kendime çekmiştim. Kürşat'ın odası karşımdaki kaçtığım ormanı daha rahat görüyordu. Gözüm oraya daldığında mermere değen birkaç yağmur damlasıyla başımı gökyüzüne çevirip gülümsedim. En sevdiğim mevsim sonbahardı çünkü çoğu zaman yağmur yağardı ve yağmur sesine bayılırdım.
Gözümü tekrar ormandaki boşluğa çevirdiğimde ürpermeme engel olamamıştım. Yağmurlu havada o ormana gitmiştim ve Ekin beni o baktığım ormanda kaçırmıştı. Mesajdan sonra olanlar... Ekin'in orada olması sanki tesadüf değil gibiydi. Eğer tesadüfse hayat sevenlere bile bu şansı tanımıyordu.
Bu işin altında başka bir şey vardı. Ya Ekin bu evde bir yerlere dinleme cihazı taktırmıştı ya da her gün deli gibi o ormanda duruyordu. İkisi de kesinlikle yapacağı bir şeydi ve yadırgamazdım.
Ama telefonum? Numaram? Ona nasıl ulaşmıştı? Gerçekten ondan korkmalı mıydım bilmiyordum. Evet, tedavi olacağını söylemişti ama Kürşat bencil olduğundan da bahsetmişti. Bu kadar takıntılı ve sanki günün her saatinde bunu düşünüyormuş gibi hissettiğim adam beni cidden tedirgin ediyordu. Neyse ki baktığım ev buralardan çok uzaktaydı ve kalabalığın ortasındaydı da başıma bir şey gelme ihtimalinde çabucak kurtulabilirdim.
Dalgınlığımı dağıtan ormanlık alanda gördüğüm silüetle kaşlarım çatılmış bir şekilde gözlerimi kısarak bakmaya başlamıştım. Tamam ağaç... Yo, hayır. İyice paranoya olmuştum resmen. Pekâlâ, rüzgâr esiyordu ama bir ağacı da sanki insan gibi ileri geri adım attırmazdı herhalde?
Ayağa kalkıp balkonda iyice yaklaşıp kafamı uzatacağım sırada Kürşat'ın; "Köylü kızı?" diye seslenmesiyle irkilip olduğum yerde sıçramıştım. Ona döndüğümde kapının kenarında bana bakıp balkonun ışığını yakmıştı. Az önceki delirmiş hali tamamen gitmişe benziyordu.
"Üşüteceksin, gel hadi."
"Bir dakika." deyip tekrar dışarı döndüğümde gördüğüm şeyin orada olmadığını görünce derin nefes alıp sesli bir şekilde solumuştum. Ekin'in deli olduğundan bahsederken ben delirmeye başlayacaktım.
Belimde Kürşat'ın elini hissettiğimde irkilip dibime kadar girmiş Kürşat'a bakmıştım. "Bir sorun mu oldu?" Başımı sağa sola salladığımda tek kaşını kaldırınca alt dudağımı dişlerimin arasına almıştım. Akıllanmadın mı Sude? Anlat işte. Anlatmadığında ne olduğunu çok iyi biliyorsun.
Gözümle az önce baktığım yeri gösterip; "Az önce orada birini gördüm." dediğimde kaşları çatık bir şekilde gösterdiğim yere bakıp tekrar bana döndüğünde belimi sıkıca kavrayıp; "İçeri geçelim artık." demişti. Başımı itaatkâr bir şekilde yukarı aşağı sallayıp dediğini yaptığımda balkonun kapısını kilitleyip perdeyi indirdikten sonra ışığı kapatmıştı.
Yatağının üzerine oturup eliyle yatağa ritmik bir şekilde vurduktan sonra oturmamı işaret ettiğinde yanına gidip dediğini yapmış ve hemen yanına oturmuştum. Ellerini birbirine kenetleyip masum ve yaramazlık yapmış bir çocuk gibi karşımda durmuş gözlerime bakmaya başlamıştı. "Sana karşı şeffaf olacağım Sude."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köylü Kızı ve Konmaz
Romance"Biliyordun." diye mırıldandım. Pürüzlü boğazımı temizleyip kurumuş dudaklarımı ıslattığımda fark bile etmediğim gözümde biriken yaş kendini aşağı bırakmıştı. "Hepsini biliyordun." Çenesinin kasıldığını görmüştüm. Silahı tuttuğu eli sıkılaştığında...