İtiraf etmeliyim ki bundan birkaç ay öncesinde yaşıma göre fazlasıyla olgun olduğumu düşünürdüm. On sekizime girdiğim günden beri eğer birisi bana; "Daha çocuksun." derse onun ağzından girer burnundan çıkardım. Ne demek ben çocuktum? Koskoca on sekiz sene devirmiştim her şeyi gördüğümü sandığım hayatta. Kimse bana çocuk diyemezdi.
Ama şimdi çok iyi anlamıştım. On sekizine girdiğinde reşit oluyorsun dedikleri şey daha yeni doğuyorsun anlamına geliyordu. Asıl on sekiz yaşından sonra büyümeye başlıyordun.
Hayat bana bunu beni bir senede büyütmeye çalışarak öğretmişti. İşe yaramış mıydı? Pek emin değildim. Gülerek izlediğim rüyadan bir anda uyanmıştım ve hala uyku sersemiydim. Mantıklı düşünemiyor, sersem yürüyordum. Kürşat'ın yaptığı da beni iyice sendeletmişti.
Ameliyattan çıkalı altı saati geçmişti. Gözüm saate o kadar uzun süre dalıyordu ki saniyeyle birlikte bende dönüyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Çok uykum vardı ve bundan birkaç saat öncesinden acıdan hissedemediğim kalbimin ağrısı gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Dikişlerim sızlıyordu ve ilaçlarımı da alamamıştım. Zaten orada Kürşat'ı tutmaya çalışırken patlamadıkları için ilk defa şanslıydım.
"Sude seni eve bırakayım." Kuzey'in boğuk sesiyle ona doğru döndüğümde kısa bir süre düşünüp başımı yukarı aşağı sallamıştım. Burada bekleyip kendime daha fazla eziyet edemezdim. Kürşat'ın iyi olduğunu görmüştüm ya, yeterliydi. Şimdi onun beni iyi görmesi için biraz dinlenmem gerekliydi.
Ayağa kalkıp son kez mavilerini göremediğim Kürşat'a baktığımda yüzümde buruk bir gülümseme oldu. Yanına doğru ilerleyip dudağına korkuyla ufak bir buse bıraktım. Ne de olsa hissetmeyecekti.
Kıvırcık saçlarına elimi daldırdığımda burnuma hastanenin yastığının karıştığı kokusuyla Kürşat'ın kokusu gelince sertçe yutkunmuştum. Bu kokuyu kaybetmeye başlamıştım. O yokken yıkamaya bile kıyamadığım tişörtleri artık kokusunu kaybetmeye başlamıştı ve o zaman çok korkmuştum. Ama şimdi biliyordum ki ben ona evet dersem bu kokuyu hiçbir zaman unutamayacaktım.
Bunu gerçekten istiyor muydum?
Kuzey'in yönlendirmesiyle arabasına ilerlediğimizde; "Eser evde yanında olacak." demesiyle başımı yukarı aşağı sallamıştım. Arka koltuğa oturmayı tercih ettiğimde Kuzey tek kaşını kaldırmış bir şekilde baksa da; "Düşünmeye ihtiyacım var." diyerek bakışlarının odağını bozmuştum. Yorgun görünüyordu. Yakın zamanda üst üste yıpratıcı olaylar yaşamak ondan birkaç kiloyu Kürşat'ta da olduğu gibi götürmüştü.
Arabayı çalıştırıp kısık sesle radyoyu açtığında kendimi müziğin akışına bırakıp camdan dışarıyı izlemeye başlamıştım. Bundan sonra ne yapacaktım? Hayatım bin parçalı yapbozdu ve neredeyse o yapbozu bitirecekken Ekin hepsini bozmuştu. Şimdi hepsini tek tek bulmaya nasıl uğraşacaktım?
Şarkıcı olma hayalim hangi önemli köşedeydi?
Seveceğim adamla yaşayacağım ilkler hangi bulutun parçasıydı?
Anne olamayacak olma gerçeğim güneşin parçasını nasıl tamamlayacaktı?
Kürşat... Onun doğru olmayan gerçekleriyle nasıl son parçayı yerleştirecektim?
Altından kalkmam gereken şeylerin ağırlığı beni daha da dibe çekiyordu. Yüzmeyi biliyordum, yüzmek istiyordum ama bileğime bağlanan taş beni öldürmekte kararlıydı. Bu gerçeklerin arasında boğulmak istemiyordum ama hiç yoksa hala yaşamama sebep olan kalbin bana bunları yaşatan adama ait olması gerçeğinden kaçamıyordum.
Hiçbir zaman unutamayacaktım, değil mi?
Bana yaptıklarını, yaşattıklarını, bıraktığı travmayı hiçbir zaman unutamayacaktım. Ne yaparsam yapayım, ne kadar mutlu olursam olayım göğsümün tam ortasında duran dikiş izleri her zaman bana bunları hatırlatacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köylü Kızı ve Konmaz
Romance"Biliyordun." diye mırıldandım. Pürüzlü boğazımı temizleyip kurumuş dudaklarımı ıslattığımda fark bile etmediğim gözümde biriken yaş kendini aşağı bırakmıştı. "Hepsini biliyordun." Çenesinin kasıldığını görmüştüm. Silahı tuttuğu eli sıkılaştığında...