"Ben sensizliği hiç beceremedim!" Adımlarımı beton evimizden dışarı attığımda gülerek bağırmaya devam ettim. "Yine zor attım kendimi sokağa. Dört duvar dar geliyor ruhuma!"
"Sude! Yeter ama!"
Annemin bana karşılık bağırmasına kahkaha atıp; "Kız anne, kafiyeli oldu! Aferin sana!" dediğimde bir şeyler mırıldanması üzerine gülüp köpek kulübesinin yanında duran örgü sepeti koluma takmıştım. Elimle alnımı kaşıyıp tek katlı evimizin bahçesinin önüne zıplar adımlarla gidip annemin ektiği çileklere kahkaha atarak baktım.
"Anne! Sen bu çileklere gübre yerine ne verdin? Ağız burun olmuş bunlarda!" Kan kırmızısı olmuş çilekleri sepete attıktan sonra çileklerin arasına karışmış papatyayı koparıp gözlerim kapalı bir şekilde kokladım.
Umarım bana şans getirirsin.
Kolumdaki sepeti kenara bırakıp papatyanın her bir yaprağını koparmaya başlamıştım. "Babam beni verecek, vermeyecek. Verecek, vermeyecek. Verecek..."
Kahretsin! Papatya bile işi çözmüştü.
"Sude! Hadi gel artık. Misafirlere hazırlık yapmamız gerekiyor."
Başımı sağa sola sallayıp sepeti yerden aldıktan sonra köpek kulübesinin yanına gidip yere oturmuş ve başımdaki çemberi düzeltmiştim.
Ben Sude. On sekiz yaşındaydım. Samsun'un ilçesinde babamın fazlasıyla geri kafalı olabileceği ve insanların buna ses çıkarmayacağı köyünde yaşıyordum. Bundan bir sene önce adına Abdülaziz dedikleri ama benim şerefsiz olarak tanımladığım adama satılmıştım. Babam borçlarını bahane edip paranın yarısını benim bahane sunduğum nişanda almıştı. Sonraki yarısını da ne yapıp edip almıştı, bazen söz konusu para olunca benden bile zeki oluyordu.
Bu olay yüzünden okulum da yarıda kalmış, arkadaşlarımla irtibatım kesilmişti. Gerçi pek de arkadaşım yoktu ama... En azından okumak gibi bir hayalim vardı. Okumak ve şarkıcı olmak istiyordum ama hayallerim yakılmış ve küllerini savurmuşlardı.
"Sude hadi!" Annemin camdan bana bakıp bağırması üzerine dolu bakışlarımı ona çevirdim ve yalandan gülümsedim. Biliyordum ki annem de bu konuya çok üzülüyordu ama babama sesini çıkartamıyordu. Nasıl yapabilirdi ki? Babam onu defalarca ölesiye dövmüştü ve dedemlerin yanına gittiğinde aldığı tek cevap; "O eve gelinlikle girdiysen kefenle çıkarsın." olmuştu. Bu yüzden onlardan nefret ediyordum.
Kaçıncı yüzyılda yaşıyorduk biz yahu?
Mesela benim kendimden otuz iki yaş büyük adama verilmem adil değildi. Zaten hayatın bana karşı hiçbir zaman adil olduğunu düşünmemiştim. Bana karşı adil olmuş olsaydı şu an evlendirileceğim adam geleceği için hazırlık yapmak yerine okulumda dersimi dinliyor olurdum.
"Babam beni gerçekten evlendirecek mi anne?" diye sordum boğuk sesimle. Annemin az önceki diktatör ifadesinin yerini hüzün almıştı. Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra başını yukarı aşağı sallayınca; "Peh!" deyip sinirle ayağa kalktım ve sepete tekme savurup odama yöneldim. "Ben uyuyacağım! Misafirler gelince ölüm uykusuna yattı dersiniz!"
Annemin onaylamaz mırıltılarını duymamazlıktan gelip kendimi yatağıma atmış, battaniyeyi kafama kadar çekmiştim. İnşallah nefessizlikten ölürdüm de beni o adamla evlendiremezlerdi.
O kadar sinirleniyordum ki artık bunu dışarıya da yansıtmaya başlamıştım. Ağabeyim vardı ama babamın peşinden gitmekten başka bir şey yapmıyordu. Garibim gerçi ne yapsın? Babamın gazabından aklı çıkıyordu.
Onun gazabına annemle ağabeyim uğramış olabilirdi ama artık ben uğramayacaktım.
Kaçacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köylü Kızı ve Konmaz
Romansa"Biliyordun." diye mırıldandım. Pürüzlü boğazımı temizleyip kurumuş dudaklarımı ıslattığımda fark bile etmediğim gözümde biriken yaş kendini aşağı bırakmıştı. "Hepsini biliyordun." Çenesinin kasıldığını görmüştüm. Silahı tuttuğu eli sıkılaştığında...