Elimi yüzümü yıkayıp aynada kendime baktıktan sonra gülümsemeye çalışıp oturma odasına geçmiş ve izinli günümü bomboş geçirmek için televizyonu açıp boş bakışlarla bakmaya başlamıştım.
Konmaz Konağı'ndan ayrılalı tam iki hafta geçmişti. Hayatımda değişen pek bir şey olduğunu söyleyemezdim. Buraya ilk geldiğimde kahvaltı yaptığım börekçide tezgahtar olarak işe girmiş, evimi düzene sokmuş, karşı komşum Eser'le yakın diyeceğim şekilde arkadaş olmuş ve hala o hediye paketlerini açmaya cesaret bulamamıştım.
Ağlamadan uyuduğumu düşündüğüm bir gece açacak ve o geceyi de ağlayarak geçirecektim.
Onları bırakmadan önce kendime defalarca birkaç güne unuturum demiştim ama bakıyorum da bu mümkün değildi. Her gece Kürşat'ı rüyalarımda görmem, içimdeki özlem, bazen gelen müşterileri onlara benzetip yüreğimin ağzıma gelmesi bunu asla başaramayacağımı gösteriyordu.
Bir yanım deli gibi bulmasını istese de diğer yanım haykırarak zamanla alışacağımı söylüyordu. Altı üstü iki hafta geçmişti zaten, sadece birkaç haftaya daha ihtiyacım vardı.
Koskoca kalbe kendini sığdıran adamı gerçekten birkaç haftada unutabilecek miydim?
Dudaklarımı birbirine bastırıp ayağa kalktım ve mutfaktaki masaya oturup araladığım pencereden boğazın üzerinde süzülen köprüye bakmaya başladım. Bir buçuk haftadır çalışıyordum ve bugün izin kullanmış olmam bütün yorgunluğumu açığa çıkarmıştı. Resmen her yerim ağrıyordu.
Eğer çalışabilseydim Konmaz Konağı'nda alacağım paranın yarısına daha fazla çalışıyordum ve açıkçası bu beni biraz üzüyordu. Akşam eve geldiğimde her yerim yağlı börek kokmasa aslında fena yer sayılmazdı.
Telefonumu köşeden alıp ekrana bir süre baktığımda rehbere girip Emre'nin numarasının üzerine geldiğimde bir süre beklemiştim. Arayıp aramamak arasında kararsız kalsam da eninde sonunda yapmam gereken şey bu olacaktı. Hayallerime giden en kısa yol oydu.
Sonunda cesaret bulup aradığımda tırnak etlerimi kemirmeye başlayıp tedirgin bir şekilde cevaplamasını beklemeye başlamıştım.
"Emre Bey'in asistanı, nasıl yardımcı olabilirim?"
Hay Allah. Kendi numarasını verdiğini sanıyordum.
"Şey... Ben Sude. Emre Bey onunla görüşmem için numarasını vermişti ama..." Tedirgin bir şekilde konuşmama; "Bir saniye bekleteceğim." deyip birkaç hışırtıdan sonra; "Emre Bey, Sude diye bir hanımefendi aradı. Numaranızı vermişsiniz." dediğinde ona seslendiğini anlamıştım.
Hatırlaması için Kürşat'ın nişanlısı olduğumu da söylese miydim? Ah! Saçmalama kızım. Tabi ki böyle bir aptallığı yapmayacaksın.
"Kürşat'ın nişanlısı mı?"
Telefonun arkasından duyduğum sesle kelimeler boğazıma dizildiğinde asistan onay almak için aynı soruyu bana yönelttiğinde mırıltıyla; "Evet." diyebilmiştim. Ben Kürşat'ın nişanlısı değildim ki, hiçbir zaman olmamıştım. Olamamıştım.
"Telefonu veriyorum." Başımı yukarı aşağı sallayıp sanki hiç gözlerimden akmamış gibi yeniden yerini dolduran yaşlarıma artık lanet etmeye başlamıştım. Her seferinde onu ima eden herhangi bir kelime bile gözlerimi doldurmaya yetiyordu. Nasıl bu kadar acı verebiliyordu?
Oysaki o mavi gözleri gözümün önünden hiç gitmiyordu. Geniş omzunun arasına aldığı küçük bedenimi ve kollarının arasındaki şefkati hiç unutamıyordum.
"Sude? Barıştınız mı?"
Kaşlarım kendiliğinde çatıldığında boğazımı temizleyip; "Anlayamadım Emre Bey." dediğimde güldüğünü duymuştum. "Magazinde nişanı attığınızın haberini görmüştüm. Yeniden birleşmenize sevindim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köylü Kızı ve Konmaz
Romance"Biliyordun." diye mırıldandım. Pürüzlü boğazımı temizleyip kurumuş dudaklarımı ıslattığımda fark bile etmediğim gözümde biriken yaş kendini aşağı bırakmıştı. "Hepsini biliyordun." Çenesinin kasıldığını görmüştüm. Silahı tuttuğu eli sıkılaştığında...