Brian, yataktan fırlayan sevgilisine bakarken sabahın köründe ne gibi bir haberin onu yataktan bu kadar hızlı bir şekilde çıkarabileceğini düşünüyordu. Julienn, bir insandan beklenmeyecek kadar yüksek bir hızda yataktan kalkmış ve üstüne sabahlığını geçirmişti.
"Anlat" dedi telefondaki her kimse ona "Her ayrıntıyı duymak istiyorum."
Telefonla dairenin içinde gezinirken, kıkırdıyor, kahkahalar atıyor. Bazen gözlerini irice açarak "Yok artık" diye mırıldanıyordu. Telefonu kapattı ve Brian'ın ona neler olduğunu sormasına izin vermeden başka birini aradı.
Brian meraklanmış, uykusu açılmıştı. Tüm gece ayakta kalmalarına rağmen uyuyabilecek gibi hissetmiyordu. Sevgilisini bu kadar heyecanlandıran şeyi merak etmiş, konuşmanın içinde Christian'ın ismi de geçtiğinden ilgisi artmıştı.
"Evet, evet" diye bağırdı Julienn telefona doğru "Helena masasına gül tomurcuğu bırakmış ve odun herifte ona bir kamyon kırmızı gül yollamış"
Bir kahkaha attıktan sonra, başını iki yana sallarken iç çekti. "Dünya üzerindeki herhangi bir erkeğin, o şiirdeki anlamı çözebileceğine gerçekten inanıyor musun Sharon? Yine de Helena mutluydu."
"Evet, evet. Beyaz gül tomurcukları çok daha iyi olurdu bu kesin"
Brian, Julienn'in söylediklerini aklına not ederken, kadının tam olarak hangi adamdan bahsettiğini anlamaya çalışıyordu. Christian mı? Yoksa başka biri mi? Kadın nihayet telefonu kapatıp ona doğru geldiğinde, ilgisini belli etmeden "Ne olmuş?" diye mırıldandı. Söz konusu adam Christian'sa ona yardım etmek için ayrıntılarla ilgilenmiyormuş gibi gözükmeliydi. Kendisi kadınlar birliğinin içine sızmış adamdı ve Helena, kesinlikle alt edilmesi en zor çete üyesiydi. Düşüncelerine gülerken, Julienn'in sahte bir ilgisizlikle Helena ve Christian'ın karşılaşmasını anlatışını dinledi. Kadının az önce çığlıklar atarak ortalarda dolaştığını görmese buna inanabilirdi. Ne yazık ki Julienn rol konusunda yetenekli fakat bütünlük anlamında kötüydü.
"Anlıyorum" diye mırıldandı, kadının konuşması bitip büyük ela gözleri ona kilitlendiğinde. Gereken her şeyi anlamış ve tüm tüyoları almıştı. Şimdi geriye kalan tek şey Christian'ı arayıp, ona öğrendiklerini iletmekti. Helena abartıyı sevmeyen ve karşılaştığı her şeyde küçük ayrıntıları farkeden bir kadındı.
"Bir kamyon beyaz gül tomurcuğu mu bulmam gerekiyor?" diye mırıldandı Christian, çaresiz gözlerle abisine bakarken. Brian telefonda ara vermeden konuşuyor, ona fikirler sunuyor ve Helena'nın hoşlandığı şeyleri sıralıyordu.
"O şiirden nasıl öyle bir anlam çıkardın, hiç anlamıyorum" diye bağırdı bir ara. Christian, kendisinin tek bir anlam çıkartamadığı şiirden Brian'ın nasıl bu kadar ayrıntı bulabildiğini anlamıyordu. Kolejde ve Üniversitede İngiliz Edebiyatıyla arası daima iyi olmuştu. Şiirlerden alınacak hediye tahmin etmemizi istemediklerinden olsa gerek, diye düşündü kendi kendine. Brian durmuyor, sürekli yeni öneriler sunuyordu.
Sonunda bir kamyon gül tomurcuğu göndermemekte anlaşmaya varıp telefonu kapattılar. Christian planını yapmış, yandaşlarını yanına toplamıştı.
**
"Güvercin?" dedi Evangeline, kaşlarını kaldırarak.
Kapılarının önündeki kafeste duran beyaz güvercinin kafesi beyaz gül tomurcuklarıyla süslenmiş, üstüne küçük bir not iliştirilmişti. Evangeline notu açıp bakarken "Henry de kim?" diye mırıldandı "Gülleri sana Christian Northman yollamamış mıydı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahne Isıkları
RomanceNe kadar basit geliyor, degil mi? Birine carparsın ve asık olursun. Christian Northman içine girdigi sahte dünyaya uyum sağlamaya baslamıştı. İnsanların kirli oyunlarını önemsemiyor, kendi halinde bir yasam sürdürmeye calısıyordu. Hayatında her seyi...