2 Ay Sonra
Christian uyandığında gün henüz yeni doğmuştu. Yatakta dönüp yanında yatan esmer kadına baktığında tatminle gülümsedi. Dün akşam ömrünün en doyurucu sekslerinden birini yapmıştı. Artık onu eskisi kadar düşünmediği içinde mutluydu. İçindeki adamı hapsetmiş olabildiğince yüzeysel biri haline gelmişti.
Uyuyan kadını uyandırmamak için yataktan sessizce kalkarken “Bugün son günüm” diyerek gülümsedi. Bugünden sonra yaşadığı şehre, arkadaşlarının yanına dönecekti. Belki gitmeden önce ailesinin yanına uğrardı hatta belki küçük kardeşlerinden biri onunla kalmaya gelirdi. Gerinirken gülümsedi. Hayat onun için çok daha güzel olacaktı. Bunu biliyordu, hissediyordu.
Helena’yı düşünmemeye özen gösteriyordu. Düşünmüyordu değil, sadece görmezden geliyordu. Kafasında yarattığı bir hayal kahramanıymış gibi, hiç doğmamış ve doğmayacakmış gibi.Bir yıl önce böyle ona biri böyle hissedeceğini söylese gülerdi. Hayatın ona kadınlarla ilgili öğrettiği tek şey, şöhrete taptıkları olmuştu. Christian’ı onların sığ varlıklar olduğuna inandırmıştı.
Ve sonra karşısına Helena Theron’u çıkartmıştı.
Taş bir heykel kadar soğuk. Bir yanardağ kadar sıcak.
Melekler kadar güzel ve şeytan kadar cezbedici.
Başını pencereye dayayıp dışarıda uzanan manzaraya baktı. İtalya’yı seviyordu. İtalyanları seviyordu ama burada kaldığı sürenin tek bir gününden bile zevk almamıştı. Yatakta yatan kadın homurdanıp, döndü. Christian ona bakma gereği duymadan dikilmeye devam etti. Kadının yataktan kalkıp gideceğini umuyordu. Dün gece niyetini açıkça söylemişti. Bir ilişki aramıyordu. Hayatında olup ona karışacak bir kadına ihtiyacı yoktu.
Kadın giysilerini üstüne geçirip, kapıdan çıktığında tuttuğu nefesi verip koltuğa çöktü. Tek istediği eve dönmekti. Eve dönmek, her sabah yaptığı yürüyüşler sırasında ona rastlamak.
Gökkuşağının altından geçmek ve zamanı geriye çevirmek.
Julienn ve Brian’ın evinde onu gördüğünde yalnız olmasını istiyordu. Onun gözlerine bakmasını ve ikisinin de şok olmalarını istiyordu. Güzel, dolgun dudaklarını kendi dudaklarıyla örtmek istiyordu. Ona sarılmak ve sonsuza kadar ona sahip olmak istiyordu.
Başını koltuğun arkalığına sertçe vurdu. Çok fazla hayal kuruyordu. Çok fazla.
**
“Daha ne kadar kaçacaksın?” diye sordu Evangeline, kız kardeşinin saçlarını okşarken. Helena’nın hastanede gerekenden daha uzun süre kaldığını öğrendiğinde tüm işlerini erteleyip buraya uçmuştu. Kız kardeşini bedenen sağlıklı, ruhen çökük bulmuştu.
“Kaçmıyorum” diye mırıldandı Helena “İlişkimize zaman verdik. Onunla birlikte yaşarken düşünemem, değil mi?”
Evangeline gözlerini devirirken, iç geçirdi. Helena bir soruyu dürüstçe yanıtlamak istemediğinde daima söz oyunlarına başvururdu. “Düşündüğünden emin değilim”
“Emin ol düşünüyorum” dedi kesin bir dille “Birçok şeyi düşünüyorum. İyi olanları- kötü olanları”
“Neden düşüncelerinin William’dan çok şu oyuncu adamla ilgili olduğu fikrindeyim Helen?”
Helena kolları üstünde doğrularak ablasına baktı. Evangeline onu okuyabilen nadir insanlardan biriydi. Gözlerine bakar ve tüm gerçekleri zihninin gizli köşelerinden çekip alırdı. Az önce söylediği şeyin bir soru olmadığını biliyordu. Ablası, onun aylardır kaçtığı gerçeği önüne koymuştu. Ona düşen tek şey bu gerçeği itmek ya da alıp, kalbine geri koymaktı.
Omuz silkti. Önemsemiyordu. Gerçekten. Bu bir kandırmaca değildi, artık önemsemiyordu. İlk zamanlar onu düşünmekten kaçmış ve kendince başardığını düşünmüştü. Gündüzler kolaydı, akşamlar da kolaydı ama geceler… Geceler ona sorun çıkartıyordu. Gözlerini ne zaman yumsa adamın güzel yüzü gözlerinin önüne geliyordu.
Beyaz tenini süsleyen masmavi bakışları ve kısacık kesilmiş saçları. Bir günah kadar çekici olan bedeni. İç çekti.
Rüyalarında ona “Irıs” diyordu. “Bana gel, tatlı sevgilim”
Irıs bir salaktı. Her zaman ona gidiyordu. Helena ablasının mavi gözlerine bakarken Irıs’ı kıskandığını farketti.
Irıs bir salaktı.
Helena salak bile olamayacak kadar korkaktı.
“Gitme” dedi ablasına, onun az önce sorduğu şeyi önemsemeden. “Biraz daha kalsan olmaz mı? Sen yokken Ava canıma okuyor”
Evangeline gülümsemeden hemen önce endişeyle kız kardeşini süzdü. Yaraları kapanmış – şükürler olsun hiçbir iz kalmamıştı – ve kaybettiği kiloları geri almıştı. Eskisi kadar sağlıklı ve güzel görünüyordu fakat yine de onun için korkuyordu. Nişanlısı Adam’ın onu beklediğini ve hastanede imzalaması gereken belgeler olduğunu bilmese burada onunla kalırdı ama yapması gereken işleri ve taşıması gereken bir evi vardı. “Geleceğim ufaklık” dedi karşısında oturan kadının saçlarını karıştırırken “Sadece birkaç kez yatıp kalkman gerekecek”
“Şu yatacağız- kalkacağız hesabında hiçbir zaman başarılı olamadım” dedi Helena gülümserken “Adam’ın sorun çıkartmadığından emin misin? Çocuğu vatanından alıp buraya getiriyorsun.”
“O tutulan bir gazeteci ve binlerce okuru var. Aldığı teklif yüzünden buraya gelmeyi zaten düşünüyorduk.” Evangeline uzun yıllardır beraber olduğu adamı düşündüğünde yanakları kızardı. Onu özlemişti. Yine de kardeşini bırakmak istemiyordu. Hector, Helena’ya sahip çıkacağına dair söz vermese o uçağa binip birkaç günlüğüne de olsa Helena’yı yalnız bırakmazdı. “Ben yokken abinin sözünden çıkma” dedi kaşlarını çatarak “Ve Ava’yla kavga etmeyin, o daha çocuk.” Helena güldü. Gülüşü öyle ani ve öyle içtendi ki Evangeline günler sonra bunu görebildiği için şükretmek istedi. Gözleri yanıyordu. Kızkardeşinin güldüğü zamanları özlemişti. “Şaka yapmıyorum” dedi kaşlarını çatmaya çalışırken “Annem birkaç gün içinde gelecek, o zamana Hector sizinle ilgilenecek.”
“Kaç yaşında olduğumun farkında mısın? En küçüğümüz Ava, ben değilim.” dedi Helena gülmeye devam ederken “Zavallı Hector’a ne söyledin?”
“O da endişeli. Seni üzgün görmeye alışık değiliz”
“Üzgün değilim” diye homurdandı Helena ablasının kollarına doğru yatarken “Gerçekten üzgün değilim abla”
“Güzel” dedi Evangeline kız kardeşini kollarıyla sararken “Okuduğuma göre adam 1.90’ın üstündeymiş. Onu şemsiyeyle bile dövemezdim”
Helena güldü. “Sandalyeye çıkarsın”
![](https://img.wattpad.com/cover/28087127-288-k42708.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sahne Isıkları
RomanceNe kadar basit geliyor, degil mi? Birine carparsın ve asık olursun. Christian Northman içine girdigi sahte dünyaya uyum sağlamaya baslamıştı. İnsanların kirli oyunlarını önemsemiyor, kendi halinde bir yasam sürdürmeye calısıyordu. Hayatında her seyi...