PART 1
Şuan bulunduğum ortama bakacak olursak eğer... Tanrım tam anlamıyla berbattı. Gökyüzüne doğru sivrileşen ağaç dalları daralıyor,bana ulaşan ay ışığını engelliyorlardı. Yol olması gerekenden daha karanlıktı ve duyduğum seslere bakılacak olursak yanlız sayılmazdım. Birinin gözleri beni izliyor, ve beni takip ediyordu. Sesimi çıkaramıyordum çünkü benim için bir sorun yoktu. Yolumu kesip bana zarar vermeye çalışmadığı sürece.
Yol bana o kadar uzun geliyordu ki... Sis arttıkça yolun sonunu görmem imkansızlaşıyordu. Ki bu sisin de nereden çıktığına dair en ufak bir fikrim yoktu. Fısıltılar yine başlayınca aklıma başka şeyler getirmeye çalıştım ve yürümeye devam ettim.
Acaba şuanda Roy ne yapıyordur. Yada Samantha gittiğimi fark edince bana kızmış mıdır? Dylan'lar konuşabilmişler midir? Yada Elsa ve Nata perilerle anlaşabilmişler midir? En çok merak ettiğim ise Sunny ve Zac'in babamla ne konuşmuş olabilecekleriydi. Kafamda deli sorularla yürürken aniden önüme biri fırladı. Sağıma ve soluma baktım. Ağaçlar değişmiş, yerlerini çatılara bırakmıştı. Arkamı dönüp baktım. Geldiğim yolun sonunu göremiyorum. Sis yüzünden.
Tekrar karşımda ki çocuğa baktım. "buradan sonrasına geçemezsin. " dediğinde benden bir adım uzakta olduğunu fark ettim. Elini kaldırıp bana uzattığında aramızda ne olduğunu bilmediğim bir türden kalkan parlamış. Demek ki bana göstermiş olduğunu kalkana bilerek dokunmuştu.
" Oradan dışarı çıkabilir musun? " diye sordum. Boş gözlerle bana bakıyordu. Oysa ki ne demek istediğimi çok iyi anlamıştı.
Soluk yeşil gözlerini gökyüzüne kaldırdı ve sonra tekrar benim mavi gözlerime baktı.
" Evet. Ama bu 8 yılda bir mümkün olabiliyor. O yüzden buraya gelemezsin. Hem zaten Lydiamon'un kanından değilsen geçemezsinde. Yeni kurallar eklendi. Şuan bulunduğun yer cehennem dostum. Buradan git. " dedi ve arkasını dönüp bir adım attığı anda dayanamayarak " Ya geçersem " dedim. Durdu ve bana geri baktı.
" İmkansız. " dediğinde derin bir nefes alıp verdim. Ben geçebilirdim. Tamam en başında bundan haberim yoktu ama yine de geçebilirim. Yamuk bir gülümseme ile " izle ve gör " dedim.
Ardından iki adım atıp içimden ben buradan geçebilirim dedim ve gözlerimi kapatıp üçüncü adımımı attım. Gözlerimi açtığımda ise çocuğun bana sanki 8. Doğa harikasıymışım gibi bakmasına zafer işareti olarak gülümsedim. Ben geçebilirim demiştim.
Ama bir sorun vardı. Burası orman değildi. Her taraf alev almış çemberlerle doluydu. Ölülerin ruhları o ateş çemberlerinin içinden çıkamıyor ve yanıyordu. Çığlıkları kulağı sağır edecek türdendi. Nasıl acı çektiklerini görmek ise... O yanan ruh... Yok olup tekrardan geri geliş... Burası tamamen berbat bir yerdi ve çocuğun suratı gittikçe değişiyor, derisi soyulmaya başlıyordu.
Ona tuhaf bakarken bakabilirsin kez gülümsedi ve " girebildin. Kim için geldin buraya bilmiyorum ama inana bana deymezdi. Bir daha çıkamayacaksın çünkü. " dedi ve yavaş adımlarla yürümeye başladı.
Arkasından baka kaldım. Buradan herkes çıkamayacağımı söylerken ben nasıl Morinas'ın lafına inanabilirdim ki. Ama zaten buraya onun sözüne inanarak gelmemiştim. Tek amacım neler olup bittiğini öğrenmektir o kadar. Savaş benim için ikinci plandaydı.
" Benim Lydiamon'u görmem lazım. " dediğimde yavaşça yürümeye devam ederken " Ben seni ona götüremem. " dedi.
" o zaman onu nasıl bulacağım? "
Durdu. Arkasını dönmeden " o seni bulmak istemediği sürece onu bulamazsın " dedi ve bir adım atarak hızla ortadan kayboldu. Tanrım!!! Ne yapacaktım ben şimdi.
Yürümeye başladım. Atılan çığlıkların sonu gelmek bilmiyordu. Etrafımda ki herkes böyle yanarak acı çekerken ben nasıl olurda yanmazdım. Burada ki herkesten çok ben yanmayı hak ediyordum.
En az on dakika yürüdüm. Ama etrafımda ki şeyler hep aynıydı. Yanan ruhlular. Buranın bir sonu var mıydı acaba?
Gözüm yanan bir çocuğa takıldı. Çığlık atmıyordu ama acı çektiği her halinden belliydi. Bana... Mira'yı hatırlatmış. Tanrım! Mira'yı nasıl unutmuştum. Onu kurtaracaktım. Nata'nın güçleriyle onu kurtaracaktım
Tanrım! Çok geç bilr kalmış olabilirdim.Bu ani korku yüzünden hızla koşmaya başlamış, ve beni omuzlarımdan iki çocuk tutana kadar da koşmaya devam etmiştim. Ama şimdi... Bu çocukların nereden çıktıklarını öğrenmem gerekiyordu.
" Buraya nasıl geldin sen? "
İri yarı olan bana sorunsorduğunda psikopatça gülümsedim. " Beni Lydiamon'a götürün " dediğimde yanında ki esmer çocuk " hemen değil güzelim. Seni önce Bay L ye götüreceğiz." dedi. Bay L ne lan? One ne yaa. Üstelemedim ve başımı onaylarcasına sağladım.
Bir iki saniye süren hızlı gidiş ardından kafeslerin olduğu bir yere geldik. Ama burada yanmıyor, kabus görüyor ve korkudan ölüp ölüp diriliyorlardı. Bu... Gerçekten korkunç bir şeydi.
Önümde ufak bir bina duruyordu. Kapısı yeşil olan bina tamamen siyahtı ve tek bir cam dahi yoktu. Buradan bakınca cam olmadığından kaç katlı olduğunu anlaması zordu ama tahminen üç katlıydı.
Kapı yavaşça kendi kendine açılırken arkamda ki çocuk " gir " dedi. Ona 'sen tam bir zavallısın ' bakışımı atıp içeriye doğru bir adım attım.
İçerisi dışarısından çok daha büyüktü. Ben üç katlı olmaçını bekliyordum fakat öyle değildi. Kocaman asma katları olan bir kütüphane düşün. Onun gibi bir yerdi burası fakat tek farkı hiç kitap yoktu. Onun yerine son teknoloji savaş aletleri vardı.
Önümde duran siyah deri çift kişilik koltuğa baktım. Diğer çocuk " otur hadi " dediğinde aynı bakışı ona da attım. Ve oturdum.
Merdivenden gelen ayak sesleriyle derin bir bir nefes alıp verdim. Hadi başlayalım bakalım. Önümde duran ayakkabılara baktım. Ardından kafamı kaldırıp o siyah gözlere baktım. Lanet olsun. Bu olmazdı. Onun burada ne işi vardı ki?
" Luke?"
Bana şaşırmış bir surat ifadesiyle bakıp " adımı nereden biliyorsun? " diye sordu. Ha? Sende mi be. Ya niye kimse Luke'u tanımıyordu. Hadi geçtim. Luke sen niye beni hatırlamıyorsun?
" duymuş olamaz mıyım? "
" Doğru " dedi ve yanıma oturdu. Tanrım sen aklımı kaçırmamama yardım et. Lütfen.
" Ne oldu da buraya gelme kararı aldın. Senin için bu kadar önemli olan ne? " diye sordu önce. Gözlerinin içine baktım. O siyahların beni hatırlamazsın bekledim ama... Bana öyle bir bakıyordu ki. Sanki hayatında ilk kez beni görmüş gibi bir hali vardı. Boş boş gözlerime bakıyordu. Cevap vermem biraz uzun sürmüştü ama yine de sesini çıkartmamıştı.
" Lydiamon'u görmem gerek "
Önce durdu. Düşündü. Ardında da
" neden? " diye sordu. Ona anlatamazdım. En azından beni hatırlayan kadar." Beni ona götürecek misin? "
" kalan " dedi ve merdivenlere yöneldi. Bende peşinden onu takip etmeye başladım. Birinci kata çıkıp kırmızı duvarın önünde durduk. Luke bana bakıp kırmızı duvara üç kere vurdu ve duvar içine çöküp sola kaydı. Aşağı inen merdivenlere baktım. Harika. Bir de bu eksikti. Gizli yollar.
Luke bir bakış atıp önden merdivenleri ben indim. Arkamdan da Luke geliyordu. Görmüş olduğum manzara karşısında şoka uğrarken gözlerim fal taşı gibi açılmıştı...
DEVAM EDECEK...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DOĞUŞ ( ASKIDA )
FantasyBen. Gücünü yeni yeni kontrol edebilen bir varlığım. İnsanlardan üstün, kendi ırkamdan ise güçsüz olanım. Ama bilmedikleri bir şeyler vardır her zaman. Ben. Ay Tanrıçasıyım. Ve doğuşum. Onların sonu olacak. Eğer sizde benden korkmuyorsanız durun v...