38 ('Just Trust Me')

5.6K 296 180
                                    

                  

Valizimi alıp ilerlemeye başladım. İrlanda'nın hoş bir havası vardı, burada güzel vakit geçirmeyi umuyordum.

Gözlerim doğaüstü güçlerini kullanmak adına radarlarını tamamen açmış Autumn'u bulmaya çalışıyordu. Telefonumun şarjı bitmemiş olsaydı onu arayabilirdim fakat uçakta canım çok fazla sıkılmıştı ve gelene kadar müzik dinleyip oyun oynamıştım, canım telefonum bu kadar çalışmaya dayanamayıp kapanmıştı.

"September!" nereden geldiğini tam kestiremediğim bir ses bana seslendiğinde bakınmaya başladım. Ellerini havaya kaldırmış, onu fark etmem için çırpınan Autumn'u fark etmem birkaç saniyemi almıştı. Gülerek yanına ilerledim, kollarını biraz çekingen bir tavırla bana uzattığında valizimi kenara bırakıp ona sımsıkı sarıldım.

"Autumn, seni bulamayacağım diye ödüm koptu."

"Telefonunun şarjını bitirmesen bulurdun taş kafa."

Kıkırdayarak "Bunu sana söylemedim bile," dediğimde vücudunu benimkinden ayırıp ukala bir tavırla gözlerime baktı; "Seni senden daha iyi tanıyorum."

"Çok açım, uçakta yiyemedim çünkü midem bulanıyordu."

Valizimi kulpundan tutup sürüklemeye başladığında itiraz etmedim, yorulmuştum. Çantasından bir çubuk kraker çıkarıp bana uzattı.

"Abigail bir şeyler hazırlıyordu, eve gidene kadar bununla idare et."

Ellerimi çırpıp çubuk krakeri aldım. Autumn yanında sürekli atıştırmalık bir şeyler taşırdı çünkü ikimiz de her an acıkabiliyorduk.

"En yakın arkadaşınla tanışacağım için çok heyecanlıyım(!)" dedim alaylı bir sesle.

"Abigail benim ev arkadaşım, en yakınımla tanışacak olan o seni aptal."

Umursamaz bir şekilde omuz silktim. O benim en yakın arkadaşımdı ve başka biriyle aynı evde yaşaması, birlikte kurduğumuz o tüm çocukluk hayallerini başkasıyla gerçekleştiriyor olması sinirimi bozuyordu.

Taksiye binip havaalanına çok uzak olmayan evine gittik.

"Hoşgeldiniz kızlar, September, merhaba." Gülümseyerek bana elini uzattığında ben de aynı şekilde ona elimi uzattım ve hafifçe tokalaştık, tek yanağını yanağıma değdirip nazikçe öptü.

"Merhaba Abigail."

"Sep, benim odamda kalacaksın sen geç üzerini değiştir sonra yemeğe oturalım."

Başımı sallayıp valizimi ondan aldım ve bana işaret ettiği odaya girdim. Yaptığım ilk iş sırt çantamdan şarj aletimi çıkarıp telefonumu şarja takmak olmuştu, anneme geldiğimi haber verecektim.

O açılana kadar valizimden mavi eşofman takımını çıkarttım. Odanın yanındaki lavaboda elimi yüzümü yıkadım, pantolonumun arka cebindeki siyah lastik tokayla saçlarımı öylesine bir topuz yaptım.

Odaya gidip eşofmanlarımı giydikten sonra telefonumun açıldığını gördüm, pin kodunu girip açılması için birkaç saniye bekledim. Bu konularda ciddi anlamda sabırsızdım. Birkaç saniye beklemek bile beni deli ediyordu.

Annemi şimdilik aramak yerine geldiğime dair bir mesaj atmaya karar verdim, konuşacak halim yoktu, her ne yapacaksam yemek yedikten sonra yapmak istiyordum.

Tam odadan çıkıyordum ki telefon çalmaya başladı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başlamıştı çünkü kafamda 'Zayn arıyor' düşüncesi dönüyordu. Heyecanımı bir kenara bırakmaya çalışarak telefonun yanına gittiğimde ekranda gördüğüm 'Liam Payne' yazısı bir şeyleri yeniden yüzüme vurmuştu.

Weakness |Z.M.|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin