Her zamanki gibi annem beni uyandırmıştı bu sabah da. Ve her zamanki gibi yine uykulu bir sesle yalvardım anneme. "Anne biraz daha..." dedim ve yorganı kafamı da içine alacak şekilde çekip annemden gizlendim, sanki bu onun bana biraz daha uyumama izin vermesini sağlayacakmış gibi."Hadi Selincim, bugün Mertoğlu evinde ilk sabahımız ve kahvaltıya geç kalmanızı istemiyorum." dedi annem ve üstümdeki yorganı çekip alnıma bir öpücük kondurdu. Hala uykulu bir sesle anneme sordum. "Saat kaç?" Dün gece geç yatmıştım, uyuyamamıştım. Hayal kurmuştum. Gece olanları tartmıştım kafamda yeniden. Tanıştığım yeni üvey kardeşim, mavi gözlü çocuk, Ali'yle olanları düşünmüştüm, beni nasıl sattığını. Evet, ilk günden pek iyi anlaştığımız söylenemezdi. Bu yüzden deli gibi uykum vardı.
"Sekize geliyor." dedi annem başımı okşayarak. Ve o anda gözlerimi kocaman açıp anneme "Beni ciddi ciddi bu saatte uyandırman için sana cesaret hapı falan mı verdiler anne?" dedim sinirlenmiş bir şekilde. Kimse Selin Yılmaz'ı saat 10'dan önce uyandırmamalıydı, aksi takdirde tüm gün boyunca sinirli ve huysuz bir şekilde gezinirdim uykumu alamadığım için. Ki bu kimsenin psikolojisi için iyi olmazdı.
Annem tatlı bir şekilde güldü. "Hadi güzelim. Buna alışman gerek haberin olsun. Ben şimdi Peri'yi ve Nazlı'yı uyandırmaya gidiyorum. 15 dakikaya kahvaltıda hazır ol." dedi ve beni uykulu gözlerle yeni odamda bırakıp gitti.
İlk iş olarak telefonumu kontrol ettim.
Ve ciddi anlamda gözlerim yerinden çıkıyordu şaşkınlıktan. Ali tam 15 kere aramıştı ama telefonum sessizde olduğu için duymamıştım. Bu çok ilginç bir durumdu bizim için çünkü hangi insan umursamadığı birini tam 15 kere arar? Ali'yi geri aramadım çünkü birazdan kahvaltıya inince soracaktım, gerçi konuşmak da istemiyordum ama 15 kere araması bende büyük bir merak uyandırmıştı. Neden aramıştı, ne söyleyecekti çok merak etmiştim. Bu yüzden hızlı bir şekilde hazırlanmaya başladım. Son olarak Snapchat ve Whatsapp'a bir göz attıktan sonra üstümü değiştirdim. Saçlarımı doğal dalgasına bıraktım ve biraz makyaj yaparak kahvaltıya indim.
"Günaydın!" diye şakıdım masada beni bekleyen herkese ve Nazlı'nın yanına oturdum. Şansıma, Ali'de karşıma geçmişti.
"Günaydın tatlım." dedi annem tekrar.
"Günaydın Selincim." dedi annemin yeni kocası, Ali'nin babası Haluk abi.
"Günaydın ikiz." dedi Nazlı da en son bana gülümseyerek. Günaydınlaşma faslı bittikten sonra sonunda kahvaltıya başlayabilmiştik. İşte o zaman masaya alıcı bir gözle baktım. Vay canına! Zengin olmak böyle bir şeydi demek ki. Masada bizim eski evimizde yaptığımız kahvaltıdan 3 kat daha çeşitli ve daha lezzetli görünen yemekler vardı. Gözüme en kırmızısından bir domates kestirdim ve çatalıma batırarak ağzıma attım. Ardından da diğer herkes gibi tabağıma yemek doldurmaya başladım. Yok artık, reçel için çok küçücük tabaklar bile vardı! E benden kaçar mı, o tabaklardan alıp içine en sevdiğim çilek reçelini de doldurdum ve keyifle tabağımdakileri yemeye başladım.
Çaktırmadan Ali'ye baktım ağzıma reçel sürdüğüm ekmeği atarken. Evet, ne şans ama! O da bana bakıyordu.
Kafamı 'Ne var?' anlamında oynattım ve hafiften kaşlarımı çattım.
O da bana tam bir şey söylemek için ağzını açtığı sırada duraksadı ve sessiz bir şekilde kahkaha atmaya başladı.
'Ne gülüyosun oğlum?' Bakışlarımdan birini attım Ali'ye, ancak bu onu daha fazla güldürmüştü. Eliyle bir şey ima etmeye çalışır gibi burnunun ucuyla oynadı. Ama ben hala anlamamıştım, ne olduğunu anlayabilmek için Ali'ye doğru eğildim ve o da gülümseyerek bana yaklaştı. İşaret parmağını burnuma dokundurdu ve ben bu hareketle bir anda affallayıp hızlı bir şekilde geri çekildim. Ne yapmaya çalışıyordu bu çocuk?
Bu merak bana fazlaydı. Kahvaltımı yarım bıraktım ve anneme, Ali'ye bakarak, "Anneciğim, tamamen aklımdan çıkmış. Dün Ali'nin bir arkadaşıyla buluşmak için plan yapmıştık da, geç kalıyoruz. Size afiyet olsun. Biz gidiyoruz." dedim ve ayaklandım. Ali bana uzaylıymışım gibi bakıyordu, ama ben ona 'Benimle gel yoksa seni keserim. Öyle aval aval bakma.' bakışlarımdan attım. O da durumu kavramış gibi, "Aa, evet ya. Biz gidelim artık." dedi ve bahçeye doğru ilerledik.
Ali'nin karşısına geçip kollarımı birleştirdim ve gözlerimi kısarak konuşmaya başladım. "Birincisi, kahvaltıda neden bir anda gülmeye başlayıp burnuma dokundun? İkincisi, neden manyak gibi dün 15 kere aradın? Biz seninle kavgalıyız salak, unuttun mu?" diye direk konuya girdim.
Ali eğlendiğini belirtir gibi mavi gözlerinin önüne düşen bir tutam saçı geriye itip bana ukalaca baktı. "Kızım, seni rezil olmaktan kurtardım, bana hesap soruyorsun." dedi ve yine güldü. "Burnunun ucuna reçel geldi sen yerken. Çok komik duruyordun. Sana belirtmeye çalıştım ama salaksın ya, anlamadın. Ben de daha fazla rezil olma diye kendim sildim burnunu."
Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum. Şu an gerçekten üvey abime rezil olmuştum. Ama kendimi toparlamaya çalıştım, böyle küçük düşmüş görünmemeliydim. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve Ali'nin koluna güçlü bir şekilde yumruk attım.
Etkilenmedi. Gülümsemesi arttı. Daha fazla kızardığımı hissettim.
"Salak! Düzgünce söyleseydin ya!" diye bağırdım Ali'ye, ama sesim utancımı yine de gizleyememişti. Konuyu dağıtmak için devam ettim. "Neyse. Beni neden 15 kere aradın?"
"Dünkü kavgamızın nedenini hatırlıyor musun?" dedi tam gözerimin içine bakarak. Artık gülmüyordu.
"Evet. Beni kendi arkadaşlarınla tanıştırmaya götürmüştün bara. Geldiğimizde ise beni direk satmıştın, yalnız kalmıştım Ali. Bende kendim gitmiştim." dedim gözlerimi kapatıp ve geri açtım. Ali'nin dudakları düz bir çizgi halini aldı.
"Seni satmamıştım. Emre beni çağırdı, yanına gittim. Sana beklemeni söylemiştim ama geri geldiğimde yoktun. Buraları atladın koca gözlü." dedi Ali elleri ceplerinde bana doğru eğilerek.
"Aaaa, çok özür dilerim ya." deyip gülümsedim. "Bir daha yeni tanıştığım biri barda beni yalnız başına yarım saat boyunca bırakırsa olduğum yerde bekleyeceğim." dedim kafamı kaldırıp tam olarak mavi gözlerine bakabilmek için. Aramızda 5-6 santimlik bir boy farkı vardı.
Ali bir elini cebinden çıkarıp ensesini kaşıdı. "Ha, yarım saat mi? Şey... Ben o kadar uzun sürdüğünü farketmemişim..." dedi ve elini omzuma koyarak "Özür dilerim." dedi. "Bu arada o kadar aramamın sebebi merak etmemdi. Seni göremeyince merak ettim. Nazlı'yı aradım, evde olduğunu söyledi zaten sonra."
Elini omzumdan iğrenmiş gibi ittirdim ve arkamı gitmek üzere döndüm. Bir adım attım ve kafamı çevirip "Bir daha beni yalnız bırakma. Malum, insanların nasıl olduklarını bilemeyiz. Biri senin üvey kardeşinle yakınlaşsın falan istemezsin değil mi? Hani buralarda yeniyim ya, ondan dedim. Neyse, senin çok umurunda değil gerçi. Hadi görüşürüz." dedim Ali'ye son kez bakıp ve eve doğru ilerlemeye başladım.
Sanırım iyi bir konuşma olmuştu, yani sanırım. İstanbul'da beni şu an en iyi koruyabilecek kişi, bu mavi gözlü çocuktu. Çünkü artık biz kardeştik, ve onu daha çok iyi tanımamama rağmen, gözlerine bakıp iyi biri olduğunu görebiliyordum. Ne kadar ukala olsa da, güvenilebilir biri gibiydi.
Ona güvenebilirdim, değil mi?
---
Selam AlSel Fandom! Çok tatlı olacağını düşündüğüm bir hikayeyle karşınızdayım, umarım siz de beğenmişsinizdir. Tek bir ricam var, lütfen beğenip beğenmediğinizi yorum yapın veya oylayın, hiçbir şekilde yargılamam, saygı duyarım. Hatta hikayeyi ona göre değiştirebilirim. Sadece. okuyup geçmeyin lüfen. Bu arada Twitter'dan beni takip edebilirsiniz----> nightwithspace
Diğer bölümde görüşmek üzere!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Uzayın Gecesi
Fanfiction"Koca gözlü kız kaybetti kendini gözlerinde uzayı taşıyan bir adamın mavilerinde..." --- Biz Uzay ve Gece, Ali ve Selin'dik. Gökyüzündeki birbiri için parlayan iki yıldızdık. Birimiz ışığını kaybederse, diğerimiz de sönerdi. Birbirimize aittik. Kalb...