Prenses

3.1K 157 133
                                    

Bir rüya gördüm. İçinde doğurmadığım halde bana 'anne' diye seslenen bir çocuğun olduğu... Bir rüya gördüm. Sevdiğim adamın bütün varlığıyla beni koruyup kolladığı... Bir rüya gördüm. Gerçek bir aile olmanın verdiği mutluluğu yaşadığım... Hiçbir zaman uyanmak istemediğim o rüyadan bir anda kapı dışarı edilmenin verdiği acı ile titrek adımlarla Lucas'ın bahçesinden içeri geçtim.

Titreyen bacaklarım yorgunluktan mı yoksa yaşadığım sarsıntıdan dolayı mı bilmediğim bir şekilde beni taşımakta güçlük çekiyordu. Sımsıkı kavradığım valizimin kulpu avuç içimi aşındırmış, tarifi olmayan bir acının bütün vücuduma yayılmasına neden olmuştu. Yalpalayarak kışın hüznünü döktüğü soğuk bahçedeki yolculuğumu tamamlayıp evin kapısının önünde durdum.

Karanlığın korkutucu büyüsünü kırıp tenimin parlamasına neden olan gösterişli ışıklandırma sistemi her akşam olduğu gibi bu akşamda bahçeye yapay güneş ışıltısı katıyordu. Valizimi ayaklarımın kenarına bırakıp acıyan elimi görüş alanıma gelecek şekilde havaya kaldırdım. Derim kalkmış, aşınan kısım kan toplamıştı. Kollarımı yanlara doğru açıp soğuk rüzgarın alev alev yanan avuç içlerimi közün üzerine dökülmüş su gibi söndürüşünü izledim. Neden böyle davranıyordum? Hayatımın sonu gelmiş gibi, yaşamak için hiçbir sebebim kalmamış gibi... Neden böyle davranıyordum? Bana önce sevdiğini söyleyip sonra kolayca canımı yakan bir adamı kaybettiğim için mi yoksa arkamdan 'Anne!' diye bağırarak koşan Davi için mi?

Sağlam olan elimi güçlükle kaldırıp zile bastım. Adelina uyuyor olmalıydı. Evin bütün işleriyle o ilgilendiği için erkenden odasına geçmesine izin veriyorduk. Lucas da kapıya bakmayacak kadar üşengeç biriydi. Parmağı tekrar gösterişli butona bastırdım ve bayılmadan önce Lucas'ın kapıyı açmasını diledim. Üçüncü kez zile basmak üzereyken kapı yavaşça geriye doğru açıldı.

Lucas dağılmış siyah, düzleştirilmiş gibi diken diken duran saçlarını karıştırıp beni baştan aşağı süzdü. "Dicy!" başım dönüyor, her saniye ayakta durmak daha da zor geliyordu. Eğer şu an ayakta durabiliyorsam bunun sebebi yığılabileceğim hiçbir omzun olmayışıydı. "Ne oldu sana?" Lucas'ın gece kadar siyah olan gözleri kısıldı.

"Geri döndüm," diye mırıldandığımda boğazımdan sanki bir şeyler yırtılıyormuş gibi bir hırıltı çıktı. Gerçekten de berbat bir durumdaydım.

"Görebiliyorum." Lucas bana kızgındı. Onu dinlemeyip Neymar'ın evine gittiğim için, söz verdiğim halde onunla gereğinden fazla yakınlaştığım için...

İçeriye doğru adım atmak üzereyken dengemi sağlayamayıp Lucas'ın üzerine yığıldım. "Tanrım!" Lucas beni koltuk altımdan kavrayıp ayağa kaldırmaya çalıştı. "Dicy sana ne oldu?"

Kollarımı boynuna sıkıca dolayıp okyanus gibi kokan parfümünü içime çektim. "Neymar ile ayrıldık."

Önce biraz tereddüt etti ama sonra kollarını belime doladı. "Neden?"

"Beni sevmediğini anladım," dediğim anda göz yaşarlım elmacık kemiğimin üzerinden kayıp Lucası'ın omzuna düştüler.

"Sana söylemiştim. O seni hak etmiyor," dedi ve geri çekilip valizimi içeri aldı. Kapıyı arkasından kapattıktan sonra acımayan elimi tutup beni odama çıkardı.

"Bana kızgınsın," dedim fısıltı gibi çıkan bir ses tonuyla. Düşmemek için masayı kavradığım anda yaralanan elime saplanan bıçak keskinliğindeki acı inlememe neden oldu.

Lucas öne doğru atılıp elimi tuttu ve görebileceğim şekilde havaya kaldırdı. "Sen kendine ne yaptın?"

"Sadece aşındı. Kendiliğinden iyileşir," deyip yatağımın üzerine oturdum. Elim iyileşirdi iyileşmesine de parçalara ayrılan kalbim için aynı şeyi söyleyemezdim.

GO NEYMAR GOHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin