25- Büyük Buluşma/1

155 32 5
                                    

Jale uyandığında saat epey geç olmuştu. Hafta sonu olduğu için çalar saatini kurmamıştı. Uyumayı seviyordu, bıraksalar hiç derslere uğramaz, geç saatlere kadar uyurdu. Ama hafta içi her gün sabah yedi otuzda kalkar, hızlı bir şekilde kahvaltı hazırlar, makyajını yapar, düzinelerce elbisesi arasından kafasına göre giyecek bir şeyler seçer, hızlı bir şekilde evden çıkıp otobüs durağına giderdi. Üniversiteyi kazandığını duyduğunda, İngilizce hazırlık senesi daha rahat ve zevkli geçecek diye düşünmüştü, ne de olsa sınıftaki diğer öğrencilere göre ilerideydi. Lisenin ilk yıllarında Amerikan Kültür Merkezi'nde iki sene boyunca kurslara katılmış, yabancı öğretmenlerden ders almış ve iyi bir seviye yakalamıştı. Ancak son iki senede üniversite sınavlarına hazırlık, ders notlarını yükseltme derken İngilizceyi neredeyse unutmuştu. Eskiden olsa kendi kendine pratik yapar, devamlı kelime ezberleyerek bu dilin farklı şivelerini araştırırdı. Hazırlık fakültesindeki ilk günde ise hiçbir şey hatırlamadığını görünce çok şaşırmıştı. Türkçe'ye karışmış ya da kulak aşinalığı olan klasik birkaç kelime ve kelime kalıpları hariç, öğrendiklerini farkına varmadan hafızasının karanlık köşelerine gömmüştü.

Yerinden kalkmadı. Saate baktı, sabah on biri birkaç dakika geçiyordu. Telefonunu kontrol etti, çocukluk arkadaşı Elif'in günaydın mesajından ve kuzeni Eda'nın iki cevapsız çağrısından başka bir şey görünmüyordu ekranda. Mesajın üstüne gelerek tıkladı. Okurken dudakları kaçtı, metin her zamanki gibi onu eğlendirmişti,

"Günaydın Jale'm. Nasılsın kuzum? Ne salağım, değil mi? Mışıl mışıl uyuyan ruhsuz bir bedenden cevap beklemek akıl karı değildir. Ben bu mesajı yazarken sen kim bilir rüyanda ne erkekler ayartıyorsundur. Aşk olsun! Böyle konularda hiç paylaşımcı da değilsin! Neyse, seni özledim, dün de ortalıkta yoktun. Bir ara gidelim de, şu okulun bahçesinde basketbol oynayan çocuklara taş atalım. İyi rüyalar, cadı!"

Basketbol oynayan çocuklar!Hm! Bir anda eski günleri hatırladı. İki sene önce yine basketbol potası çevresinde koşturan erkekleri seyrediyordu. Yanında arkadaşı yoktu, tek başınaydı. Uzun boylu, yirmili yaşlarda birini kestirmişti gözüne, amacı onunla sadece dalga geçmek, laf atmak ve eğlenmekti. Ama ne olmuşsa olmuş, erkek ona yaklaşarak ani bir hareketle kafasını tutup dudaklarını dudaklarına yapıştırmıştı. O kadar güçlüydü ki Jale elinden kurtulamamıştı. Adı Tamer'di. Tamer, onu yaklaşık bir dakika öptükten sonra bırakmıştı. Şansına bunu diğer çocuklar görmemişti, kenar bir yerde olduklarından, ve erkeğin sırtı onlara dönük olduğundan kızla sadece muhabbet ettiğini sanmışlardı. Ama öpüşme bitip de Jale onun elinden kurtulduğunda, Tamer önce bacak arasına kuvvetli bir tekme, sonra da yüzüne üst üste iki tokat yemişti. Bu da yetmemiş gibi, kıvırcık saçlı kız yerden kaptığı iri kesik taşı erkeğin kendine gelmesine fırsat bırakmadan alının ortasına atmıştı. Ve kaçmıştı. Ev zaten yakındı. Arkasına da bakmadan eve koşmuş, hemen içeri girip çelik kapıyı ardından kapamıştı. Onu kimsenin takip etmediğini anlayınca derin nefes alarak yaşananların analizini yapmak için odasına geçmişti. İlk başlarda o erkeğe nefret ve öfke duysa da , sonradan öpüşmenin hoşuna gittiğini fark etmişti. Bu olayın üstünden bir ay geçmeden ikisi artık flört ediyorlardı. İlk cinsel deneyimi onunla yaşamış, ama bekaretini korumayı becermişti.

"Beni sevmiyor musun, aşkım?" diye sitemle sormuştu Tamer.

Jale gayet rahat bir şekilde,

"Bunun sevmekle alakası yok, hayatım. Bunun için çok erken, hem ailem duyarsa kıyametler kopar," diye cevap vermişti.

"Ailene söylemezsen duymazlar."

"Yerin kulağı var, belli olmaz , tatlım" diye gülümseyen Jale son noktayı koymuştu. "Şuan bu kadar ileriye gidecek kadar kendimi hazır hissetmiyorum. Ama belki ileride olur."

Bu birliktelik fazla sürmemişti, birkaç ay içinde aşk savaşa dönüşmüş, galibiyetle ayrılan taraf erkek olmuştu. Onu hiç beklenmedik bir anda terk ederek arkasına bakmadan gitmişti. Ne bir not, ne de anı olarak hiçbir şey bırakmadan.

Kısa sürede kendisinden bir yaş büyük olan Cengiz'le tanışmış, ona aşık olmuştu. Ya da aşık olduğunu sanmıştı. Cengiz varlıklı bir ailenin çocuğu olsa da, basit karakterli bir erkekti. Hatta bir ara kendini aşk denizine o kadar kaptırmıştı ki gidip en pahalı pırlantalardan satın alıp Jale'ye hediye etmişti. Ama kıvırcık saçlı kız, bu hediyeyi kabul etmemiş, geri çevirmiş, "Bir daha böyle münasebetsiz şakalar yapma" diyerek erkeğin sevincini kursağında bırakmıştı. Bu olaydan sonra da ilişkileri yavaşlamış, bir ay gibi kısa sürede de bitmişti.

Bunlar eskide kalmıştı. Artık Jale'nin hayatında hiçbiri yoktu. Hiçbir erkekle flört etmek, aşk yaşamak istemiyordu. Yaptığı şey gözüne kestirdikleri ile irtibat kurmak, fiziksel çekiciliğini ve engin bilgisini kullanarak onları etkilemek, büyülemek, kendine bağlamak sonra da onlarla eğlenmekti. Erkekler oyuna geldiklerini "Canım, hadi sen yoluna ben yoluma" cümlesini duyduklarında anlarlardı ancak. İlk kez ciddi şekilde sevdiği erkek tarafından terk edilerek ruhen yaralanmış olan güzel kız resmen karşı cinse savaş ilan etmişti.

Sol tarafa döndü, birden omzunun altında sert bir şey hissetti. Yorganı kaldırdığında en sevdiği romanı gördü. Bir hafta önce merkeze inip kitapçılarda bu kitabı aramış, nihayet uğradığı sekizinci kitapçıda bulabilmişti. Roman, bir kızın trajik hayatını anlatıyordu. Fakir bir ailede doğmuştu, kendinden küçük erkek kardeşi, ayyaş işsiz babası, zengin evlere temizlik işlerine giden zayıf annesi ile birlikte eski bir kulübede yaşıyorlardı. Maddi yoksunluktan dolayı on iki yaşına gelmesine rağmen okula gidemeyen küçük kızın hayatı Jale'yi ağlatmıştı.

Kitabı omuz altından alıp yanındaki komodinin üstüne bıraktı. Cep telefonunun ses ayarını kontrol etti, en üst düzeye ayarladıktan sonra onu da kitabın üstüne koyarak tek hamlede doğruldu. Pembe renkli, gül desenli yorganını katladı. Yorganıyla özdeşleşmiş gibiydi, yazın bile onunla yatardı. Yastığını da yorganın üstüne yerleştirip ayağa kalktı. Hava sıcak olduğu için içinde sadece iç çamaşırı vardı. Zaten gece odasına kimse girmiyordu, gerçi giremezlerdi de. Jale kapısını yatarken içeriden kilitliyordu.

Tembel tembel esnedi, etrafına baktı. Dün gece çok yorgun olduğu için elbiselerini rastgele yere, masanın üstüne, sandalyeye fırlatmış ve uzandığı gibi de direk uykuya dalmıştı. Şimdi canı bir şey giymek istemiyordu. Sandalyenin üstünde dağınık şekilde bırakılmış kot pantolonunun altından bornozunu sıyırıp aldı, üstüne giydi. Önü yarı açık bir şekilde kapısını açarak koridora çıktı. Salonda televizyon sesi duydu, yavaşça yaklaşarak kafasını kapıdan içeri uzattı. Annesi koltukta oturmuş, elinde kumanda ile kanalları inceliyordu. Jale onu fark eden annesinin yüzüne gülümsedi.

"Günaydın, anne."

Annesi kahkaha attı,

"Kızım, kafana saksı mı düştü? Öğle olmuş saat. Ne günaydını?"

"Benim için gün daha yeni başlıyor, anneciğim." Birden durdu. "Babam yok mu?" diye sordu annesine.

Nihayet televizyonda istediği bir şey bulan annesi elindeki kumandayı önündeki sehpanın üstüne bıraktı. Tavrını bozmadan,

"Okul müdürü çağırmış, önemli bir şey görüşecekmiş. Sanırım birkaç saat gelmez," diye cevap verdi.

Jale bunu duyunca rahatladı. Oh be! Artık izin almak için anneme yağ çeksem yeterli olacak! Oley! Kahvaltı yapmadan geri dönerek odasıyla yan yana olan banyoya girdi. Üstündeki bornozu çıkarıp kapının arkasından astı. Kapıyı kilitlemeye gerek duymadan tamamen soyunup direk duşakabine girdi. Kendini bitkin hissediyordu, duş alıp rahatlamaya ihtiyacı vardı. Kafasından aşağıya süzülen ılık suyun harmonik sesi eşliğinde düşüncelere dalıp gitti.

Cep telefonunun sesi en üst düzeye ayarlandığı için kulakları çınlatacak şekilde çalıyordu. Jale ilk başta suyun sesinden dolayı fark edemedi ama durulanmadan önce suyu kıstığında arama sesini duydu.

(devam edecek)

KURAL DIŞI (1.kitap:"Yüzleşme")Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin