Güneş panellerinden gelen damıtılmış ışık altında yetişen sebzeler sepetlere konmuş, yürüyen dar bölmelerden içeri gönderilerek üst kademedeki yetkililere iletilmişti. Seradaki günlük çalışma kotasını dolduran işçi, kuyruğa geçerek çıkışını yapmak üzere okuyucunun önüne geldi. Sırası gelince elindeki kartı okuttu. L-47: Toplayıcı, İşlem: Günlük Çıkış, Durum: Kabul Edildi.
Kafasındaki mika başlığı çıkartıp rahat bir nefes aldı. Numaralı dolabının otomatik sürgüsünü parmağıyla çekip, dönerek açılan kapaktan içeri başlığı bıraktı. Üzerindeki tulumun manyetik düğmelerini açıp tüm ağırlığından kurtuldu. Tulumu, dar ve köşesiz kabinin içindeki boruya asarak metal çubuğu geriye itti, yerine gelen yeni ve boş borunun klik sesi duyuldu. Şimdi gidebilirdi.
Boynunu sağa sola yatırarak kemiklerini esnetti. Her gün geçtiği uzun ve dar yollardan yürüdü. Metal merdivenlerden tırmanıp kendini küçük odasına attı. Üzerindekileri değiştirip, kendi için biraz yemek ısıttı.
Küçük balkonlu camının önündeki çıkıntıya oturdu ve kürenin ötesindeki görünmeyen dış dünyaya bakarak önündekileri yemeye başladı. Tabaktakileri ağzına atarken bugünün de dünden ve önceki ve bir önceki günden farksız olduğunu tekrar hatırlattı kendine. Hayat dedikleri şey tam da buydu.
Gün bitmiş ve işçi mıntıkasında uyku saati gelmişti çoktan. Şehrin orta iç halkasında bulunan yerleşkede hayat, yerini uykuya bırakmıştı. On dokuz yaşındaki L-47 yaşadığı hayata karşı hiçbir şey yapmasa da kafasında bir yerlerde isyanın yankılarını duyabiliyordu.
Küçük balkon çıkıntısından aşağı bacaklarını uzatıp, kubbenin ötesine doğru seyre daldı. Hayır, sınırın ötesine geçmek ya da Kubbe'den çıkmak istemiyordu. Eğer çıkarsa kuraklık ve ölümden başka bir şey göremeyeceğinin de pekala farkındaydı, ancak her gün ekin toplamak ya da abisinin tamir ettiği makineler gibi otomatik yaşamak da istemiyordu.
Abisi P-9 ile çok seyrek birbirlerini görürler, hemen hemen hiç konuşmazlardı. O, kendi sınıfında yüksek rütbeli sayılabilecek bir makine tamircisiydi ve hayatından memnundu. Dört sene önce ölen babası öğretmişti tamiri ona. Ama o babasını sevmezdi, çünkü eğer tamirden daha fazlasını öğretebilse, eğer bir mühendis olabilse belki D sınıfında bile olabilirdi ve aristokratlarla iç şehirde yaşardı.
Babası öldükten sonra tüm hırsını da alıp geriye kalan tek aile üyesi olan kız kardeşinden de uzaklaşmıştı. Ancak L-47 abisinden çok daha büyük şeyler düşlüyordu. Babasından ya da geçmişinden nefret etmiyordu ancak abisi gibi daha yüksek bir kod almak da istemiyordu. O, adını geri almak istiyordu; Ellio.
Orada, şehrin merkezinde yaşamak, onların sahip olduğu her şeye sahip olmak tek arzusuydu. Fakat şimdilik tüm bunları içine gömüp güzel bir uyku çekmeliydi. Kendini yatağına attı ve anında uykuya daldı.
Çalışma saatleri solucan hızında ilerliyorsa eğer, dinlenme ve uyuma vakitleri de bir çitanın hızında koşuyordu. Saatler akmış, Kubbe'nin panellerine değmeye başlamıştı ağaran günün ışığı. Alarmın kulağa batan sesiyle uyandı. Duşa girdikten sonra üzerine temiz önlüklerini giyip odasından çıktı.
Metal merdiven düzeneklerinden inip tesisin yolunu bulmalı, kahvaltısını yapıp tulumunu giymeli ve iş başı yapmalıydı ama henüz ikinci kattayken uzaktan yayınlanan duyuru ile o da diğerleri gibi dikkat kesildi. Orta katmanda bir şeyler oluyordu. Olabileceklerin en kötüsü hem de.
"... dolayı suçlu bulunmuş ve kalıcı bir şekilde Kubbe'deki vatandaşlık ayrıcalığını kaybetmiştir. Mahkeme kararı kesindir. Bugün, tam öğlen vakti kapılar açılacak ve suçlu, ömrünün geri kalanında tekrar geri kabul edilmemek kararı ile sürgün edilecektir. Unutmayın ' Herkes için iyi bir hayat, Kubbe kurallarına sadık kalmaktır' "
Ellio'nun kalbine bir şeyler batmıştı. Yanlış mı duymuştu yoksa merkez vatandaşlardan biri sürgüne mi gönderiliyordu? Burada bulunduğu on yıllık süre içinde hiç böyle bir şey görmemiş, duymamıştı. Bazen işçilerin sürgün edildiği olurdu. Çalmak, hile yapmak, başkaldırmak ve merkeze kaçmaya çalışmak gibi saçma girişimlerde bulunan insanlar ara sıra çıkardı. Biri sürgün edilirse, diğerlerine ibret olsun diye herkesin izlemesine müsaade edilir, hatta iş saatinin bir süre durdurulmasına izin verilirdi. Bahsi geçen kişiyi görmek zorundaydı. Öğlen vakti sürgünü izlemek için o da köprüye gidecekti.
Sonraki dört saat boyunca bu anı düşünerek çalıştı. Sürekli ekrandaki saate bakıyor, sabırsızlanıyordu. Elbette sürgün edilen kişi için biraz üzülmüş gibiydi ama içinde bir yerlerde, küçük bir şeytan seviniyor gibiydi. Şimdiye dek merkezde yaşamış, iyi bir hayat sürmüştü bu kişi. Onun çalınmış hayatını yaşıyordu, üstelik bunun değerini bilememiş ve mahvetmişti. Şimdi ise hak ettiğini bulmuştu. Ancak biliyordu, dışarıda hayatta kalması imkansızdı. Hiç zorluk görmemiş birinin öyle bir yerde yarım günden fazla yaşayabileceğini hayal bile edemiyordu.
Asil vatandaş olmak için, Kubbe'de doğup büyümüş bir ailenin çocuğu olmak gerekir. Çok nadir durumlarda, bundan çok daha önceleri dışarıdan gelen insanlar arasında asil vatandaşlık kazanmak için çok çabalamış ve kabul görmüş aileler vardı. Ama bu çok önceydi. Artık böyle bir şeyin olması tam anlamıyla imkansızdı. Yine de Ellio'nun kendine göre, biraz da çocukça sayılabilecek planları vardı. Şimdi, bugün istediği tek şey bir asilin ipe götürülüşüydü.
Öğlen saati geldiğinde üstündeki tulumu bile çıkartmadan, olabildiğince hızlı bir şekilde köprüye koştu. Görüş açısı en iyi olan yere çıkıp, şehrin son çıkışından başlayıp, Kubbe'nin duvarlarına kadar uzanan cam tünele giden yolu gözlüyordu. Yaklaşık yirmi dakikalık bir bekleyişten sonra, şehrin iç katmanındaki kapılar da açıldı ve altı muhafız eşliğinde ortada yürüyen suçlu göründü.
Üzerinde mavi dar bir tulum, sırtında kendisine verilmiş kumanyanın olduğu çanta ve boynunda oksijen maskesi vardı. Yüzü çok iyi görünemeyecek kadar uzaktı ama Ellio, kadının yüzünde takındığı soğuk, kendinden emin ve ukala ifadeyi bir şekilde hissedebiliyor gibiydi. Artık ondan gerçekten nefret ediyordu.
Onu bu kadar özel kılan şeyin ne olduğunu sanıyordu? Dışarıdaki yaratıkların ya da vahşilerin ona ayrıcalık tanıyacağını mı düşünmüştü? Şimdi içindeki şeytan gerçekten de kadının bir an önce dışarıya atılıp, kapıların suratına kapanmasını görmek istiyordu.
Cam koridoru da geçtikten sonra yasak bölgeye girdiler. Buradan sonrasını görmek mümkün değildi ama ağır kapıların açıldığını yine de duyabiliyordu. Biraz zaman sonra kapılar kapandı ve kapıların kapanış sesiyle birlikte uyarı sireninin çaldığını duydu. Beş dakika içinde tesise dönmek zorundaydı, üstelik yemek vaktini bunu görmek için harcamıştı. Yine de aç hissetmiyordu, gördüğünü şey bugün ki öğle yemeğini harcamaya değmişti..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Şehrin Köpekleri
Science FictionBir yanda çökmüş, havasız, dumanlı şehirlerin yıkıntıları arasında hayata tutunmaya çalışan insanlık; diğer yanda Kubbe Şehir'de yaşayan aristokratlar ve katı kast sistemi içinde hayatta kaldığı için bile şanslı sayılan bir toplum. Her ikisi arasına...