Öğleni geçmiş olmasına rağmen, güneş ışığı sanki her yeri kavuruyordu. Yerler beyaz toprak ve kül ile kaplıydı. Toza dönmüş beton yığınlarının ve paslı kolon demirlerinin üzerinde zıplayarak yürüyen genç kızın en büyük eğlencesi yıkıntıların üzerinden aşağı kaymaktı. Oldukça mutluydu; ne sıcak güneş, ne yarısı tozla doldurulmuş kirli hava, ne de gölgelerde pusuya yatmış bekleyen yılanlar bozabilirdi bunu.
Zıplayarak, yıkıntıların en tepesine çıktı. Çok çevik, hareketli ve bir o kadar dikkatsizdi. Kalın kauçuktan yapılma bağcıklı botlarının üzerinde sıçrayarak yıkıntı tepecikleri arasında gezinmeye başladı. Tepeciklerin üzerine her hopladığında bir sarsıntı sesi geliyor ve taş parçaları yuvarlanıyordu. Varlo seslendi.
" Hey! Koni! İn aşağıya, binaların boşluğundan düşebilirsin. Kaybedecek kolun kalmadı artık!" Koni'nin bir kulağından girip diğerinden süzülerek uzaklaşıyordu adamın sesi.
Varlo, başını iki yana sallayarak yürümeye devam etti. Bir yandan Koni'yi yokluyor, diğer yandan etrafı kolaçan ediyordu. Gündüz vakti yaratıkların hiçbiri selam vermek için bile dışarı çıkmazdı. Güneşten ve yoğun ışıktan nefret ediyor olmalarına üzüldüğü yoktu tabi Varlo'nun ama soyguncu çetelerine tercih ederdi onları doğrusu.
Neyse ki Koni bunları pek dert etmezdi. Olduğu yerde eğildi ve tombul metal parmaklarıyla katılaşmış toprağı didiklemeye başladı. Ucu görünen bir şeyler vardı. Biraz daha uğraştıktan sonra kıvrımlı boruyu yakalayıp çekti. Aniden geriye doğru savrulmasıyla tepeden aşağı elindeki boruyla birlikte yuvarlanıverdi.
Her yeri toza bulansa da düştüğü yerde hiç istifini bozmadan bağdaş kurup, boruların ucundaki telleri kurcalamaya başladı. " Bırak gitsin, işimize yarayacak bir şey değil, hadi devam edelim, " diye uyardı Varlo sakince. Varlo'yu dinlerdi; her zaman olmasa da, çoğunlukla dinlerdi. Zıpkın gibi sıçrayarak yerinden kalktı ve Varlo'ya yetişti ama elindekini de peşi sıra sürüklemeye devam etti.
Genellikle yıkık şehre geldiklerinde uzun uzun yürürlerdi. Aracı dışarıda bir yerde saklayıp, etrafta işlerine yarayacak bir şey arar, eğer şanslılarsa insanları bulur ve bir şeyler takas ederlerdi. Bazen de iyi bir şeyler karşılığında mıntıkaları tehdit eden 'ghoum' sürülerini temizlerlerdi.
Varlo çok yetenekli ve zeki bir mekanikçiydi, aynı zamanda doktor, avcı ve askerdi. Koni için Varlo her şeydi. Birlikte geçirdikleri koca dört yıl boyunca hiç aksini düşünmemişti. Koni pek düşünmezdi. Sadece aklına geleni yapardı. İleri geri sallanarak, bazen kafasına geçirmiş olduğu saçma taytın bacak kısımlarını iki yana gerer ve kendi etrafında dönerdi. Bir şey duyduğunda ise kafasını bir sincap gibi yukarı uzatır ve alnının biraz üzerinde konaklayan üç katmanlı gözlüğünü yüzüne indirir, uzakları kolaçan ederdi tam az önce yaptığı gibi.
Varlo, yüksek beton yığınlarının üzerine iki sıçrayışta çıktı. Maskesinin gözlük ayarlarını biraz daha yakınlaştırıp ilerideki gürültünün ne olduğuna baktı. Bu bölge tamamen kuruydu. Üstelik çöküntü tehlikesi olabilecek bir alandı, kimse buraya yerleşmezdi. Ghoumların ortaya çıkması da mümkün değildi, hala fazla aydınlıktı. Ancak bazen çok aç kalmış olan çılgın yaratıklar da olmuyor değildi. Ancak gelen ses bir makineye aitti.
Varlo hemen tepeden aşağı inip, hızla ilerideki araca koştu. Aracın yan panelinden dumanlar çıkıyordu. Birkaç kablo dışarı fırlamıştı ve kısa devre yaptığı için motordan sesler geliyordu. Uzun süre sıcağa maruz kalan dışarı fırlamış haldeki hidrolik parça patlamış ve alev almıştı. Makine yeni gibiydi, üstelik üzerinde derin pençe izleri vardı. Yakın zamanda bozulmuş, içindeki kişi de en fazla bir kaç saat önce onu burada terk etmiş olmalıydı.
Birkaç ghoumun da ilgisini çekmişti anlaşılan. Kuzeye yönelip bir saat daha yürürlerse araçlarına ulaşabilirler ve hava kararmadan önce güvende olabilirlerdi ama Varlo'nun içi rahat etmemişti. Böyle bir aracı bu bölgeye sokmak pek akıllıca değildi. Büyük ihtimalle ilerideki tepecikten geçmeye çalışırken tekerleği boşluğa gelince motoru köşeye çarparak buraya kadar sürüklenmiş, çıkan dumanın ghoumları çekmesinden korkan sahibi güvenli bir yer bulmak için kaçmıştı.
Daha sonra birkaç ghoum tarafından hırpalanmıştı araç. Ama çok kötü durumda sayılmazdı ve bu motordan çıkartacağı parçalar gerçekten de çok işe yarardı. Yine de merak etmeden duramıyordu, acaba sürücüsü çoktan ölmüş müydü, yoksa yakınlarda mıydı?
Koni koşarak geldi. Aracın etrafında dönerek inceledi. Makineleri ve büyük tekerlekleri severdi. Tekerleğin üzerine bastırıp aracı aşağı yukarı salladı. " Araba! Araba! Varlo, çok fazla parça! " Varlo kafasıyla onayladı. " Evet Koni, bu çok işimize yarar doğrusu. Hadi motoru sökelim. Daha fazlasını taşıyamayız." Koni hızlıca başını aşağı yukarı salladı. " Evet, evet Koni söker! "
İşe koyuldular. Olabildiğince hızlı makineyi söküp, hava kararmadan dönmeleri lazımdı. Güneş çoktan batışa geçmişti, çok vakitleri yoktu ama çok da uzun olmayan uğraşların sonunda geriye kalan tek şey dikkatlice makineyi taşımaktı fakat çok da uzakta olmayan bir yerden uğultular, hırlamalar ve bağırış sesleri gelmeye başlayınca ikisi de durdu.
Sanki iki koca ayı birbiriyle kavgaya tutuşmuş gibi çok hiddetli ve sinirli geliyordu sesler. Varlo seslerin olduğu yöne doğru koşmaya başladı. "Koni, bırak şunu hadi!"
Fazlaca koştuktan sonra durdular. Varlo koluyla Koni'yi geriye çekti ve saklandıkları duvarın arkasından izlemeye başladılar. Yarı çökmüş binanın gölgesinde, iki yetişkin ghoum erkeği önlerinde duran parçalanmış cesetler için kavga ediyorlardı. Uzun parmaklarının ucundaki sivri pençeleri birbirlerine geçiriyorlar, bir fırsatını kollayıp rakibin boynunu ısırarak parçalamaya çalışıyorlardı. Bu iki erkek bölgedeki ganimet için savaşıyordu. İçlerinden biri çok hırpalanmıştı ve aldığı derin darbelere bakılırsa sonuç belliydi. Etrafta üç seyirci vardı. Onlar da dişlerini gösterip oldukları yerde tezahürat tutarcasına pençelerini ve ayaklarını yere sürtüyor ve bağrışıyorlardı.
Yerdeki parçaları bir araya getirince iki erkeğin cesedi ediyordu. Bir tanesi tamamen parçalanmış ve tüm uzuvları sağa sola saçılmıştı. Diğeri ise hemen hemen bütün sayılırdı ama karnı deşilmiş, bağırsakları bacaklarına doğru akıtılmış ve kafasıyla birlikte omurgası da çekilerek dışarı çıkartılmıştı.
Çok değil, belki bir belki iki saat önce öldürülmüşlerdi. Ghoumlar taze yemeyi severdi. Bazen avlarını kaçamasın diye yaralar ama öldürmeden bekletirlerdi. Böyle taze bir ödül için verilecek bir savaş da kaçınılmazdı.
Kavgada ağır basan yaratık diğerinin omzuna ve baldırına geçirdi uzun pençelerini. Griye dönmüş buruşuk derisini iyice deldi. Diğeri bağırıyor ve ısırmaya çalışıyordu. Elleri arasında çırpınan rakibini havaya kaldırdı ve ileriye doğru fırlattı.
Yaratık geriye doğru uçtu, yerde dönerek sürüklendi ve duvarın tam yanında durdu. Önce biraz debelendi, sonra tam kendini bırakıp kafasını çevirdiği anda başının hemen üstünden ona şaşkınca bakan Koni ile göz göze geldi.
"Ups, Koni yakalandı! "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Şehrin Köpekleri
Ciencia FicciónBir yanda çökmüş, havasız, dumanlı şehirlerin yıkıntıları arasında hayata tutunmaya çalışan insanlık; diğer yanda Kubbe Şehir'de yaşayan aristokratlar ve katı kast sistemi içinde hayatta kaldığı için bile şanslı sayılan bir toplum. Her ikisi arasına...