Bölüm 8- Öl, Sen de Öl ve Sen de!

154 22 9
                                    


Motosikletin koca tekerleklerinden çıkan toz ve toprak ortalığı dumana boğuyordu. Sessiz bir uğultuyla çalışan motorun mavi ışıkları zayıflamaya başladı. Gittikçe yavaşlayan araç, birbiri üzerine yıkılmış iki koca gökdelenin arasından geçip, çatlaklarından kuru otlar uzamış virane caddenin karşısında durdu. 

Aracından inen adam, hemen önündeki çökmüş zeminden aşağı baktı. Koca çukurun altı bir metro istasyonuydu. Uzun uzun burnunu çektikten sonra boynundan sallanan maskesini çekip, yüzünü burnuna kadar kapattı. 

 Aracına dönüp, oturma yerinin hemen altındaki kapağı çekerek ince teli uzatmaya başladı. Çukurun tepesine gelince telin ucundaki kancayı belindeki kemere sabitledi. Telin, eldivenlerinin arasından kaymasına izin vererek kendini çukurdan aşağı bıraktı. Ayakları zemine basınca, kancayı çıkartıp boşlukta sallanmaya terk etti. Bir iki adım atarak etrafı inceledi.

Her yer harap olmuştu. Yer yer oluşmuş oluklardan içeri giren ışık biraz etrafı aydınlatsa da ilerisi oldukça karanlıktı. Mavi camlı gözlüğünün gece görüşünü açtı. Dalgalı ve gür saçlarını elleriyle geriye doğru sıvazlayıp boynunu esnetti. 

Ağır adımlarla önündeki boşluğa doğru yürümeye başladı ve biraz ilerideki yürüyen merdivenlerden aşağı indi. Geniş alanın etrafında gezinen, ona çevrilmiş en az dokuz çift parlak göz vardı. Ceketini savurup, yeni doldurduğu silahlarını iki eliyle kavradı ve tetikleri sırayla ateşlemeye başladı. 

Senkronize olmuş bir şekilde bir sağ cepheyi, bir de sol cepheyi temizliyordu. Üzerine gelen uzun kemik torbalarını daha yanına bile yaklaşamadan tam kafalarından yere indiriyordu.

Her bir şarjörde yirmi dört tüp kurşun vardı. Tetiğe her basışında silahın uzun namlusunun altındaki mor şeritlerin ışıkları parlıyor ve namluya gelen kurşunlar, içindeki akımın gücüyle parlayarak ileri fırlıyordu.

İncecik kurşun ete saplandığı anda, arka kısmındaki parlak tüpler kuvvetli bir basınçla patlayarak otuz santimetre çapında ne varsa havaya uçuruyordu. Silahı ateşlediğinde keskin, sessiz bir ışık patlaması ile etraf yarım saniyeliğine aydınlanıyordu.

Kafasız bir şekilde yere düşen bedenlerin arasından yürümeye devam etti. Koridor boyunca yürüyerek, bir yandan üzerine atlayan ghoumların kafataslarını etrafa saçıyor, bir yandan da mırıldanarak sayıyordu; ...üç yüz seksen, üç yüz doksan, üç yüz doksan beş. Bir süre sonra etraftaki hareketlenme tamamen duruldu. 

Birinde dokuz, diğerinde yedi kurşun kalmıştı silahların. Oldukça derine yürümüştü. Biraz ileride tamamen çökmüş olan tavan tüm yolu kapatmıştı. Yolun sonundaki yarısı göçük altında kalmış metroyu görünce açık kapısından içeri girdi. Her adımında metroyu sallayarak biraz ilerledi, üzeri bir karış toprakla kaplanmış koltuklara attı ağır ve kaslı bedenini. Tam ortaya oturup, yılgın bacaklarını ve kollarını iki yana yaydı. 

Etraftaki türlü böcekler sağa sola kaçışıp gözden kayboldular. Kafasını geriye yaslayıp tam tepesindeki kozalaşmış örümcek yuvasına baktı bir süre. Sonra gözlerini kapatıp kıpırdamadan öylece kaldı. Bir dakikalığına da olsa sessiz ve huzurluydu. Karanlığın ve enkazın içine gömülü bu metro, tam o an, en huzurlu yerdi onun için.

Aniden metronun tavanına inen sesle gözlerini açtı. Yukarıda gezinen yaratık tavan boyunca patırtı yaparak tam tepesinde durdu. Adam sakince kolunu yukarı doğrulttu ve camı komple aşağı inmiş pencereden içeri sıçradığı anda ghoumu boynundan vurarak geri püskürttü. Bacakları camın üzerinde takılı kalan ghoumun bedeni arkaya doğru yıkılıp, metronun platformuna çarptı. Kopan kafası geriye doğru yuvarlandı.

Adam bir süre daha oturduktan sonra yerinden doğrulup metrodan çıktı. Kirişlerin ardında bekleyen iki ghoumun daha nefeslerini duyabiliyor, düşük ısıdaki vücutlarını görebiliyordu. Orta alana doğru yürüyüp birini hakladı. Diğerine de ateş etti ama hızla kaçan ghoumu sadece kolundan vurabildi. Kolu parçalanarak kopan yaratık saklandı.

Şimdi sinirlenmişti. Kafasından vurduğu her hedef için kendine on puan, göğsünden vurarak geberttikleri için de beş puan veriyordu. Ama kurşununu ziyan edip ölmeyen pislikler eksi yirmi puandı. Kaybettiği puanların bedelini ödetmeliydi. 

Silahlarını beline güzelce yerleştirdi ve avı için bir fırsat yarattı. Hırlayarak kirişin arkasında bekleyen ve fırsat kollayan yaratık, adamın üzerine atıldı. Yaratığın pençelerini savuşturup, karnına tekme atarak geri savurdu. Sırt üstü düşen ghoum toparlanıp kalktığı anda adam, suratına bir yumruk geçirerek onu sersemletip yere düşürdü. Yerde yatan yaratığın tepesine çıkıp, eline bastı. 

Sırtındaki yatay uçlu uzun burunlu bıçağı çekip, yaratığın sağlam elini de kolundan ayırdı. Ayağıyla boynuna bastırıp çırpınmasını izledi. Debelenen ghoum tehlikenin farkında olduğu için koca ağzını açıp, gırtlağından yukarı tıslayarak sıvı ve gaz üflüyordu ama nafileydi. Adam eğilip yaratığın ayak bileğinden kavradı, çekiştirerek kaldırdı ve peşi sıra sürüklemeye başladı.

Yıkıntının yokuşundan, elinde debelenen ghoumla birlikte tırmandı. Yüzeye çıkınca ghoumu ileri doğru fırlattı. Güneş fazla parlaktı yaratığın iri gözleri için. Acı çekiyordu, başını sağa sola vuruyordu ama yüzünü kapatacak elleri yoktu. Yerde kıvrılmaya devam etti. Adam bir süre kıvranmasını izledikten sonra hırsla kafasına tekme attı. Büyük botları altındaki kafayı ezerken bir yandan da bağırıyordu. " Lanet olası beş yüz puana tamamlamama az kalmıştı!" Bir süre sonra içeri göçmüş yüzü tekmelemeyi bıraktı. Ghoum hareket etmiyordu. Hırsla son bir kez daha vurdu. Botlarının altına yapışmış kanla karışık göz ve beyin bulamacını yere sürterek üstün körü temizledi.

Başka bir yuva aramak için etrafa bakınmaya başladı. İlerideki çökmüş binanın boşluklarından içeri girdi. Bir zamanlar alışveriş merkezi olan bina geriye yatmıştı. İç kısımlara doğru ilerleyip, merkez boşluğuna vardı. Bölümleri geçerek alt boşluklara ilerleyip arka tarafa geçti. Otopark girişi çökmüştü. Eğer bir boşluk görebilse, orada aradığını bulacağını biliyordu. 

İlerlemeye devam etti. Bir adım daha atmasıyla aradığı geçişi buldu. Ayağının altındaki zemin çökerek onu tam otoparkın ortasına indirdi. Büyük bir gürültüyle çöken zemin ortalığı toza boğdu. Yere çarpmış ve sarsılmıştı. Etraftaki tozu dağıtmaya ve bir yandan da doğrulmaya çalıştı ama sağ bacağı boşluğa saplanmıştı. 

Var gücüyle çekti ama devrilen parçanın üzerine bir başka parça daha yıkılmıştı ve ittirilmediği sürece yerinden kıpırdamazdı. Toz durulmaya başlayınca boşluklardan çıkıp, üzerine doğru gelen ghoumların silueti belirginleşti.

Silahlarını çekip görüş alanındakileri bir bir indirmeye başladı. Yuvadan birileri öldüğünde bu onları daha hırçın ve saldırgan yapardı. Birkaç tanesi hızla üzerine doğru koşmaya başladı. Bir iki el daha ateşledikten sonra silahların mor ışığı söndü. Son kurşunu da bitmişti, şimdi üzerine zıplamak üzere olan iki ghoumun pençeleri hiç olmadığı kadar yakındı boynuna.



Ölü Şehrin KöpekleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin