Bölüm 20 - Kadim DostVarlo oldukça sakindi ve boş ellerini gösterip, nöbetteki adamlara seslendi. " Ben Varlo. Lideriniz Agnes beni tanır. Daha önce de misafiriniz olmuştum. " Adamlar birbirlerine baktılar. İçlerinden en yaşlı olanı, kafasıyla en genç olana işaret verince, çocuk hemen koşup haberi iletmeye gitti. Aradan on dakika geçti ve kapılar açıldı. Beş- altı adam onlara içeriye kadar eşlik etti. Leera çok şaşırmıştı. İlk defa dış bir yerleşke görüyordu.
Burası büyük ve düzenli bir yere benziyordu. Etrafta kurulu bir düzen ve güvenlik sistemi vardı. Hava oldukça iyiydi. İnsanlar maske takmıyor ve günlük hayatlarına sorunsuzca devam edebiliyorlardı. Orta alana dek etrafı inceleyerek yürüdüler. Aynı zamanda içerideki insanlar da onlara bakıyorlardı.
" Dışarıdan gelen pek olmaz. Serseri ve yağmacı guruplara karşı çok temkinliyiz. Hem güvenlik hem de kaynak- nüfus dengesini korumak için uzun zamandır dışarıdan bir yabancı sokmadık içeriye, bu yüzden şaşkınlar, " dedi askerlerden biri.
Leera, adama baktı ve anlamışcasına kafasını salladı. Etrafta ayağı çıplak bir şekilde koşuşturan çocuklar vardı. Birbirlerini kovalıyor ve oyun oynuyorlardı özgürce. İki tanesi Leera'nın etrafında dolanıp, ileriye doğru koştular.
Orta alana gelince, karşı kapıdan yaşlıca bir adam çıktı ve kollarını iki yana açarak onlara doğru yürümeye başladı. " Varlo, kadim dostum! Seni bir daha görebileceğimi sanmıyordum. Tam dokuz sene oldu! " dedi ve Varlo'nun bileklerinden kavradı. Adamın boyu kısa sayılmazdı ama çelimsiz vücudu, Varlo'nun uzun ve iri vücudu yanında daha da aciz duruyordu.
Dudaklarını kıstı ve mutluluk dolu gözlerle Varlo'ya bir kez daha baktı. " Hala nasıl bu kadar genç ve diri duruyorsun bilmiyorum. İlk tanıştığımızdaki gibi, ne kudretli bir silüet! " dedi ve incecik, titrek kollarıyla adama sarıldı. Varlo da nazik bir şekilde adamın sırtına dokundu. " Ben de seni gördüğüme sevindim Agnes."
Hemen ileriden genç bir kız koşarak yanlarına geldi. Koyu kahverengi düz saçları ve bembeyaz teni ile parlıyordu. Uzun boylu ve ince yapılıydı. Mavi gözleri heyecanla doluydu. Varlo'nun önünde dikildi. Yavaşça bir- iki adım daha attı ona doğru. " Sen... Varlo'sun..." dedi. Sonra yüzünü kocaman bir gülümseme aldı ve yaşlı adamla Varlo'nun arasına girip, sıkıca sarıldı ona.
Agnes kahkaha attı. " Gerçekten de Mila, dediğin gibi, döndü," dedi. Koni de onların sevinciyle mutlu olmuş, heyecanla zıplıyor ve alkış tutuyordu. Somurtan tek kişi Leera'ydı. Tüm bu sevgi gösterisi sinirini acayip bozmuştu. Gözlerini sağa sola devirip, bir yandan da çaktırmadan genç kızı süzdü.
Kız geri çekildi ve " Söz vermemiştin ama yine de tuttun," dedi. Varlo kafasını kaşıdı. " Sen Mila'sın, öyle değil mi? Bu şaşırtıcı, oldukça uzamışsın, " dedi. Garip bir şekilde genç kızın duru güzelliği ona çok nostaljik gelmişti.
Kız elini beline koydu ve dudağını büküp, kaşlarını çattı. " Dalga geçiyor olmalısın, on sekiz yaşındayım artık! " dedi. Agnes, adamlarına işaret etti. "Hadi, herkese haber verin. Yemek yiyoruz. " Hep birlikte adamın mabedine yöneldiler.
Agnes ve Varlo önden yürüyorlardı. Adam hafifçe Varlo'nun kolundan tuttu. " Buraya neden geri döndün, Kuzey'e? " diye sordu merakla. Varlo etrafı inceleyip, sonra adama doğru hafifçe eğildi. " Sanırım aradığım şey hakkında bir ipucu buldum. Bir tesis olduğunu duydum, oraya gidiyorum," dedi. Yaşlı adam gülümsedi. " Demek öyle. Senin adına sevindim. Önce bir yemek yiyelim, sonra benim de sana anlatacaklarım var, " dedi ve birlikte kapıdan içeri girdiler.
Güzel bir yemek sofrası kurulurken, onlar da duşa girme fırsatı bulmuşlardı. Bu durumdan en çok memnun kalan da elbette Leera'ydı. Mila da Koni'yi zorla banyoya sokmuş ve yıkanmasına yardım etmişti. Daha sonra kurulan güzel masanın etrafında toplanıldı, yenildi içildi. Varlo'yu tanıyan eski dostlar eşliğinde geçmişteki günlerden bahsettiler.
Yaşlı adam iki sene önce karısını kaybettiğini söyleyince ani bir hüzün havası çöktü. Agnes de ortamı biraz olsun yumuşatabilmek için, Leera ve Koni'ye tüm tanışma faslını baştan sonra anlattı. O zamanlar bu yerleşkenin nasıl düzensiz ve kırılgan olduğundan bahsetti. Her şeyin parçalanıp yitirildiği bir gece Varlo'nun ortaya çıkıp, karısı ve küçük torunu Mila'yı nasıl güvende tuttuğu, ghoum sürüsünü nasıl püskürttüğünü ve onlara ışık tuttuğunu anlattı.
" Şu an sahip olduğumuz her şeyi bu adama borçluyuz, " dedi. "Bizi bir araya topladı, ışık ve enerji kaynaklarımızı iyileştirdi. Bize savunma yöntemlerini öğretti. Artık bölgedeki en gelişmiş ve korunaklı mıntıkalardan biri burası. E tabi doğal olarak gözler üzerimizde. " derken gururluydu.
"Toprağın büyük bir bölümünü iyileştirdik ve tıbbi olarak da çok geliştik. Buradaki havayı rüzgar pervaneleriyle de ferah tutuyoruz. Yakınlardaki ghoum yuvalarını da dağıttığımız için uzun zamandır yaşam standartlarımız hayli yükseldi. Kubbe'yle bile alış veriş yapıyoruz yılda bir defa. Bize teknoloji, hatta öğretmen yolluyorlar, tabi karşılıklı! Hayatlarımızdan çok memnunuz. Üstelik ailesi olmayan çocuklara da sahip çıkıyorlar. Yılda bir defa gelip yüklerini boşaltır, yerine mültecileri alırlar. Genelde mutlaka Kubbe'ye gitmek isteyenler olur ama bunlar çoğunlukla kimsesiz çocuklar. Son zamanlarda ghoumlar bu bölgeye çok yaklaştığı için sıkça çarpışıyoruz. Dışarıya çıktığımız zaman pek çok adamımızı kaybettiğimiz bir gerçek..." derken iç geçirdi.
Varlo biraz huzursuz olmuştu bu duyduklarından. Yine de Kubbe tarafından alınan bu çocuklar hakkında bir şey söylemedi.
Leera elindeki yemeği bıraktı. Boğazına düğümlenmiş olan lokmayı yutabilmek için koca bir bardak suyu kafasına dikti. " Teşekkür ederim, ben doydum. Daha sonra size katılacağım, ufak bir işim var, " dedi ve hızla oradan ayrıldı. Kendini dışarı attığında, birkaç saat önce konuştuğu asker arkası sıra çıkageldi. " Hey! " diye durdurdu kadını. Leera ona baktı.
Adam, otuzların başlarında, hafif esmer tenli, düz ve kemikli burnu ile uyumlu gelen köşeli kemik hatlarına, ela gözlere ve orta boylu bir yapıya sahipti. İlk bakışta yakışıklı sayılmazdı ama konuştukça ortaya çıkan bir cazibesi vardı.
Kalın kaşları altında sağa sola bakındı ve boğazını temizleyip söze girdi.
" Etrafı gezeceksen eşlik edebilirim. Bu gece nöbetim yok. Gerçi şu ara her an tetikte olmamız gerek ama... Ah, bu arada ben Omer."Leera "Memnun oldum. Leera," dedi ve adamın elini sıkarken " Madem yardımcı olmak istiyorsun, birini arıyorum. Adı Alton Vois, Baykuş da derler ona. "
Adam kaşlarını çattı. " Bilmeyen mi var...? " dedi ve kafasını sağa sola salladı. " Tam bir dalavereci. Yine de zeki adamdır. Üç Kubbe'yle de iş yapıp, anlaşmalar sağlar. " Leera'nın gözleri parladı. " Evet, işte adamım o. Ben Ronya'dan geliyorum, " dedi. " Beni Kuzeyin Kubbesi Arlo'ya götürmesi gerekiyordu. "
Adam şaşırdı. " Madem Kuzeyin Üç Kubbesi'nden birinde yaşıyordun, burada ne işin var? " diye sordu merakla. Leera gözlerini kaçırdı. Sürgüne gönderildiğini söylemesi mümkün değildi. Rol yeteneğini konuşturup, aklına gelenleri sıralamaya başladı iç çekerek.
" Arlo'da bir akrabam olduğunu öğrendim, benim için tam bir şoktu. İki Kubbe arasında transfer yapmak üzere anlaştık. Burada aracı kişi de Alton'du. Ancak yolda ekibimiz saldırıya uğradı ve beni kurtaran Varlo ile Koni oldu. Ronya'ya tek başıma dönmem mümkün değildi ancak en kuzeydeki Arlo'ya gittiklerini ve beni bırakacaklarını söyleyince o ikisine takıldım. Eğer Alton ile buluşabilirsem her şey normale döner, beni Arlo'ya sokabilir diye düşündüm. Çünkü sahip olduğum tüm izin verilerini saldırıda kaybettim."
Adam şöyle bir düşündü. Durum ona fazla karmaşık görünmüştü. Pek aklına yatmamıştı ama yine de mantıksız da değildi. Kubbe'nin işlerini bilmezdi o. Kuzeyin Üç Kubbesi, yani Ronya, Arlo ve Ason diğerlerine oranla birbirine yakın, bir üçgen oluşturacak şekilde inşa edilmişlerdi. Bu üç Kubbe'nin ticareti ve iletişimi güçlüydü.
Alton da bu üçüyle iş yapar, içeri girer çıkar ve bazen kayıtları işine geldiği gibi değiştirebilirdi. İçeride çok fazla adamı vardı. Leera da ona hayli para ödemişti. Ancak işler şu noktada sarpa sarıyordu. Asker başını iki yana salladı. " Nasıl bir anlaşma yaptınız, bilmiyorum, Genç Bayan ama Alton yaklaşık iki hafta önce öldü," dedi. Leera ne diyeceğini bilemeden dona kaldı. İşte bu, berbat bir durumdu.
O sırada bir siren sesi duyuldu ve etraftaki koca spotlar yanıp sönmeye başladı. Elinde silahı olan adamlar sağa sola koşturarak, yerlerini aldılar. Varlo ve diğerleri de hemen koşarak dışarı çıktılar. Agnes, Varlo'ya umutsuz gözlerle baktı.
" İşte sana söylediğim gibi, yine başladı. Artık ışıklar bile onları tutmaya yetmiyor, kendilerini duvara atıp duruyorlar. Bu şekilde daha ne kadar dayanabiliriz bilmiyorum... " dedi. "Bir süredir anlam veremediğimiz şekilde bunu yaşıyoruz..."
Varlo, yaşlı adama döndü. " Merak etme. Bir şekilde bunu çözeceğiz. Ghoumlar genelde körü körüne saldırmazlar. Özellikle de anlaşamadıkları için farklı sürüler asla bir araya gelmez," dedi ve Mila'ya seslendi. "Tüm sivilleri sığınaklara, yer altlarına toplayın. Ghoum sorununuza bir de ben göz atayım." Mila'nın gözleri ışıldadı. Başını büyük bir kuvvetle salladı ve iç bölgeye doğru koşmaya başladı. " Herkes sığınaklaraaaa!!"
Koni, elindeki tavuk butunu çiğneyerek dışarı çıktı. Etrafındaki ışıklara ve koşuşturan insanlara bakmak onu mutlu etmişti. Bu kadar çok insanı bir arada görmek her zaman mümkün olmuyordu onun için. Sırıtarak, elindeki eti sıyrılmış kemiği ileri doğru salladı. Sonra metal parmaklarındaki yağı yalayıp, yumruklarını birbirine vurdu. Biraz hareket vaktiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Şehrin Köpekleri
Science FictionBir yanda çökmüş, havasız, dumanlı şehirlerin yıkıntıları arasında hayata tutunmaya çalışan insanlık; diğer yanda Kubbe Şehir'de yaşayan aristokratlar ve katı kast sistemi içinde hayatta kaldığı için bile şanslı sayılan bir toplum. Her ikisi arasına...