Eron bağırıp, yerleri yumruklamaya başladı. Herkes darma duman olmuştu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Acı içindeki Dominic'i hemen araca taşıdılar. Zelya koşarak, kriz geçiren Eron'un yanına geldi ve onu zapt etmeye çalıştı ama adam, kadını hızla itti. Tırnaklarını toprağa geçirip, dişlerini sıktı. Başını iyice yere yakınlaştırıp, anlaşılmaz bir tonla sızlanmaya devam etti.
" Benim yüzümden, lanet olasıca... " Çok fazla adam ölmüştü. Her şey çok hızlı ve ani olmuştu. Henüz bir kat aşağı inmişlerdi. Yüzeye bu kadar yakın bir tabakada hareket etmesine rağmen, böyle büyük bir ghoum sürüsünün varlığının fark edilmeyip, sinyale yakalanmamış olması tüm ekibin öz güvenini parçalamıştı.
Eron devrildiği yerde uzunca bir süre kaldı. Caben'ın o sürüden sağ çıkması mümkün değildi. Yine de ölümünü görmediği için bir süre kabul edemedi. Saçmaladığının farkındaydı ama içeri dönmek için can atıyordu. Kardeşi ölmüşse bile en azından cesedini alıp, düzgün bir cenaze yapmalıydı ancak sonra ghoumların kardeşini öylece bırakmayıp, parçalayacaklarını düşününce kan beynine sıçradı ve olduğu yerden aniden fırladı.
Kapıya koşmaya başlayınca Altar iri vücuduyla adamın üzerine atladı. Eron'la birlikte yuvarlandı. Olduğu yerden doğruldu, Eron'u kol altlarından tutup, tüm gücüyle geri doğru savurdu.
" Kes şunu be adam! İçerde bir sürü adamımızı kaybettik! Bir de seni mi canlı gömelim oraya!? Caben için üzgünüm, ancak ölen bir tek..." Altar cümlesini tamamlayamadan Eron bir tane yumruk salladı adama. Adam geriye doğru sendeledi. Eron sinirini Altar'dan çıkartırcasına üzerine atlayıp, koca adam ne olduğunu anlamadan onu havada kaldırdı ve sırt üstü yere serdi.
Zelya bağırdı "Lanet olsun, Eron, kes şunu!"
Eron hiç kimseyi duymuyordu. Adamın yakasından tutup, kendine doğru çekti. O esnada gözü binanın kırık camları arasından kendisini izleyen çelimsiz kıza takıldı. Öylece orada durmuş, Eron'a bakıyordu. Uzakta olsa da Eron o boş bakışları hissedebildi. Kan dolmuş gözlerindeki tüm nefretle Hayalet'e baktı. Bir süre birbirlerine bakıp kaldılar. Zelya'nın araya girip de Altar'ın yakasını kurtardığı anda Eron'un dikkati dağılmış, gözlerini kaçırmıştı. Tekrar baktığında ortada kimse yoktu.
.....
Eron gözlerini açtı. Kliniğin beyaz tavanı, içerideki ağır ilaç kokusu ve damarlarına batırılmış iğneleri fark etti. Berbat bir rüya görmüştü. Gördüklerinin bir rüyadan ibaret olmasını dilerdi, hem de her şeyden çok... Ama gerçekliğin sancısı beyninde bir gong sesi ile yankılanıyordu.
Yattığı yerden doğruldu. Kolundaki iğneleri söküp attı. Terlemiş saçlarını şöyle bir karıştırdı. Çıplak ayakları ile yere bastığında, hissettiği soğukluk ile kendine geldi. Sendeleyerek sandalyenin üzerindeki giysilerine doğru yürüdü. Pantolonunun cebinde ezilmiş bir sigara ve çakmak buldu. Yatağına geri oturup, birkaç denemeden sonra sigarayı yakmayı başardı.
Dumanı derince içine çekti. Gözlerini kapattı ama beynindekiler hiçbir yere gitmiyordu. Hemen sonra bir alarm sesi duyuldu ve ardından tavandaki fıskiyeler tüm odayı ıslatmaya başladı. Eron yine de gözlerini açmadı.
Monica sırılsıklam olmuş bir şekilde koşarak Eron'un odasının cam kapısından içeri attı kendini. Işık hızıyla gelip, Eron'un elindeki sigarayı çekip aldı.
" Kahretsin, ne halt ediyorsun? Tüm koridor su altında kaldı, bunu yaptığına inanamıyorum!" diye çıkıştı. Sonra kulağındaki küçük cihazın tuşuna basıp " Hatalı alarm, sistemi kapatın, " dedi. Biraz sonra fıskiyeler durdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Şehrin Köpekleri
Science FictionBir yanda çökmüş, havasız, dumanlı şehirlerin yıkıntıları arasında hayata tutunmaya çalışan insanlık; diğer yanda Kubbe Şehir'de yaşayan aristokratlar ve katı kast sistemi içinde hayatta kaldığı için bile şanslı sayılan bir toplum. Her ikisi arasına...