Bu satırlar senin için sevgilim.
22'
Hayatımda büyük rol oynayan iki adam.
İki vahşi adam.
İki eli kanlı adam.
İki acımasız adam.
İki dünyamı yakan, iki adam.
Ve serzeniş dolu bir acı, kaburgalarımın bitiminden başlayıp beni besleyerek büyütmüştü. Bir annenin vücudumda açtığı yaralar, kalbimin üzerinde bıraktığı ayak izleri, zihnimin parmaklıkları arasına sıkışmış çocukluğumun acı hatıralarıyla doluydu. İçtiğim zehir dolu bardak, geçmişin acılarıyla birikmiş gözyaşlarıyla ıslattı dudaklarımı.
Sessizce dinledim bu acının her yerden çıkan ince, ıstıraplı seslerini. Kulağımı dayadım sessizliğin cansız bedenine, dudaklarımda ki acı dolu tebessümle baktım onun acılarına. Elini kaldırmış olan bu acının serzeniş dolu iniltilerini dinledim. Sanki gökyüzü yuvarlanıp yere düşmüş, acının gözlerine hapsolmuştu. Korkunç bir sahneye tanık olan ellerim, ellerimin hemen ardında saklanan suratım ve gözlerimin içindeki gitmek bilmeyen cansız varlıkların yaşadığı mezarlık, bir bir silikleşti. Sessizce dinledim gözlerimin içindeki sesleri, bunları pek duyan olmazdı. Kulaklarım gözlerimi dinledi. Dinledi acının onlarca hatta milyonlarca kaburgasının kırılmasını.
Bundan zevk almıştı. Acıyı dinlerken zevk almıştık. Zift dolu bardağın ucu dudaklarımdan çekildiğinde hala beynimin içinde dönen birkaç hece vardı. Sarhoş değildim, sarhoş olacak kadar içmemiştim. Ama sarhoş gibiydim. Kafamın içinde dönen seslerin hepsine birer birer isim verecek kadar çıldırmış, hatta onlarla konuşacak kadar delirmiştim.
İki dünyamı mahveden, iki adam... Bu iki adamın mazisi kabarıktı. Mazisi benimkinden daha fazla kabarıktı ve bizi tek bir kelime bir araya getirmişti; acı.
Bu iki adam, bir kadının hayatının merkezi olmuştu. Karanlık gecede önüme çıkan, etrafımı saran, beni büyüten acı, acılarımdan önce gelip beni kucaklamıştı. Bu iki adam, hayatımı mahvetmek için birbiriyle antlaşmıştı. Feza'nın gidişiyle, Alaz'ı terk edişimle bu oyun son bulacaktı.
Sahne kapanacak mıydı? Sahnenin arkasında yaşamaya devam edenlere ne olacaktı? Bu sahnenin sonunda ben ölecektim. Saatlerdir düşünüp durduğum ve beynimin içinde beni kemiren düşüncelerin arasında bir kelime kendini gösteriyordu durmadan.
Ölüm.
Ruhumun üzerine bir toprakta o attı. Bekledi, acı önüne geçti, kollarını açıp üzerime ikinci toprağı attı. Istırap, süzülmüş bedeniyle adımlarını attı toprağıma, "Sen," dedi ölüme bakarken. "Bir kişiyi değil, üç kişiyi öldürdün." Ve bir avuç toprağı suratıma elleriyle attı. Titredim, bu üç kişinin kim olduğunu biliyordum, bekledim. Birinin çıkıp gelmesini ve beni toprağın altından kurtarmasını, elimi avuçlamasını, Alaz'ın güven kokan kollarının arasında uykuya dalmayı bekledim.
Gelen olmadı. Karanlık çöktü birden ve beklenen o iniltili serzenişler uğuldamaya başladı kalbimin üzerinde. Mezarlık, kalbimdi. Kalbimin üzerine dikilen mezarlıkta, üzerine toprak atılan benim küçüklüğümdü. Istırap çeken çocukluğum, canı yanan çocukluğum, ruhuna darbeler almış çocukluğum, hisleri yok sayılmış çocukluğum; kendi kalbine gömülmüştü. Beklenilen an gelmiş gibi gözlerimi kıpırdattığımda göğsümün üzerinde hissettiğim soğuk sıcaklık tenimi kavurdu.
Kalbimin üzerine çöken ninni sesleri, Feza'nın sesi gibiydi. Benim ilk dinlediğim ninni onun sesiydi. Sonra kalbinin atış sesleri, gözlerinde yaşayan ve asla bitmeyen sevginin sesleri, bize duyduğu bağlılığın seslerini işitmiştim. İlk zamanlar varlığı o kadar derin bir yara açmıştı ki içimde, Emel'e kahrolurken, bir anne ve babayı, abiyi, kardeşi hatta sevdiğim ilk adamı kaybetmiştim.
![](https://img.wattpad.com/cover/67821966-288-k448309.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
General FictionCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...