18. BÖLÜM: HÂVİYE

8.4K 414 139
                                    

Bu satırlar senin için sevgilim.

22'

Şeytan, melekle aralarına süzülen kan damlalarından sıyrılıp, kanatlarını çarmıha gerdi. Çarmıhın etrafındaki gözler, gergindi. Hüküm süren alevler, çarpık bir ateşle tekrar dirilmişlerdi. Herkes bu sessizliğin arkasına sığınmış, susuyordu.

Karanlık, alevleri yutamayacak kadar aydınlanmıştı. Duyduğum hışırtılar, mısralara karıştı, şeytana zeytin dalı uzatan Tanrı, bahçenin ardı sırasına dizilmiş taşları izliyordu. Bu bir rüyaydı, kâbus olamayacak kadar güzel fakat bir o kadar da ürkütücü; genzimi yakıp kavuran, büyülü bir rüyaydı hem de.

Tanrı'yı görebiliyordum.

Uzun, heybetli bir gölgeydi.

Dallarına erişemeyeceğim bir ağaçtı.

Lavları beni eritecek kadar kızgın bir ateşti, yanmıştı; beni yakacak kadar adaletliydi. Yanmayı hak ettiğimi biliyordum ve bu, içimde suçluluk kuyularını eşeliyordu. Durdum, günahlardan oluşan çukurlara kaydı gözlerim, herkes bağırıyor, ağlıyor, çığlık çığlığa kurtulmak için af dileniyordu. Kimden? Tanrı'dan.

Tanrı, tarif edilemeyecek kadar görkemliydi, daha önce gördüğüm hiçbir fani şeyle karşılaştıramayacağım kadar eşsiz, yaratıcı sıfatını yansıtıyordu. O, yaratandı. Kemiklerim avuçları arasında büzüldü, zeytin dalı zehirli bir zakkuma dönüştü; kırıldı dal, solan yapraklar parmağımın üzerine düştüğün de tenimin üzerine kezzap dökülmüş hissi verdi.

Cehennemdeydim.

Tanrı, beni cezalandırıyordu. O'nun tarafınca cezalandırılıyordum; birden zakkum tutuştu, her şey boz bulanık oldu, görüntüler silikleşti, kalabalık beni içine çekerken herkes çığlık atıyordu. Bu çığlıklar, Sair'den geliyordu. Katlar, birbirine girmişti, cehennem altüst olmuştu.

Tavan, başıma düştü, şimdi, soğuk ve karanlık bir yere, ruhumdan kopan yara kabuklarıyla sürükleniyordum. Biri arkamda, diğer ikisi önümde, üç karanlık gölge beni götürüyordu, dur diyemedim. Deseydim de durmayacaklarına emindim; o saniye durdular. Boynuma takılan pranga, bir çift ele dönüştü, suratımın dibine giren kırmızı gözler, ellerini boynuma doladığın da tamamen vücudumu titreme sarmıştı.

Bu, şeytandı.

Onun derisini üzerindeki iğrenç yaralar, büyüdü, gözlerim gözlerine değdiğin de o kadar ürkmüştüm ki, boğazlarımın derininden gelen çığlık, içimi kavurup yuttu. Dudaklarım, şeytanın avuçlarını üzerinde hissetti, şeytan, ağzıma sekiz parmağını koymuştu; gözleri yandı. İçi bir top alev oldu, beni yuttu, içine çekti. Durdum, melekler neredeydi? Durdu, o da bir melekti. Sadece melekliği elinden alınmış, kovulduktan sonra ismi şeytan olan melek.

Kaburgalarıma vurulan kırbaç, sırtım da iz bırakırken, arkadan gelen derin ses bir süre sonra kulaklarımı parçaladı. Vahşi bir hayvanın, ölürken çektiği azabı anlatıyordu çığlıklar. Şeytan, boynum da elleri, gözlerime attığı ateş parçalarıyla tüylerimi diken diken etti.

Acımasızca oradan oraya sürükleniyordum, parmaklarım gevşedi, kırılan birkaç parça kemiğimin ağrısını ensem de hissettim. Enseme sinen sızı, beni yok edecek kuvvetteydi. Şeytan, sürülmüştü. Şeytan, adından emin bir şekilde beni kuyuya atmak için götürüyordu. Onun adımlarına uymam için beni zorlarken, kalbimin artçı darbelerle sallandığını hissediyordum. Nafileydi, kaçışımın olmadığını bilerek gidiyordum.

Bastığım yer toprak değil ateşti. Gözlerim yandı, o kezzabın bıraktığı iz, dünyada çektiğim tüm acıların yanında büyüdü; bu çok vehim bir acıydı. Daha ulu bir acı. Parmaklarımın arasına bulaşan kan, tırnaklarımı kirine boyamıştı. Üzerimdeki beyaz elbise de aynı durumdaydı. Korkudan titriyordum, bacaklarım katılaşmıştı.

1. KUYU: SAUDHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin