Bu satırlar senin için sevgilim.
Kanım vücudumdan çekilene dek, 22, seni hep yaşatacağım. Kalbimin tam ortasında. Ölmeyeceksin, orada hep canlı kalacaksın.
22. BÖLÜM: SEKAR
Göğsümün üstünde bitmek bilmeyen bir sancı, sanrılarla birleşmiş, rüyalarımın arasına vakıa olarak düşmüştü. Hastalık; göğsümü kemiren bir kurttu, bacaklarımın arasında sinsice dolanan yılandı. Beni unuttuğum geçmişime zamk etti, elleriyle içimi yırtarak girdi, girdi, girdi. Bir uçurumun boşluğunda sallandık Feza'nın safirleriyle, Emel'in son çığlıkları yankılandı kulaklarımda. Gözlerimin üstünden bir akbaba misali geçti, Yalman'ın kudretli yangını.
Alevler, Lema'yı doğurdu, güneşse Pamir'di. Pamir, güneşken bile yaklaşamadı Lema'nın ateşlerine. Lema'nın ateşi öyle heybetliydi ki, bütün hepimizi içine alacak kadar büyüktü; beşikten düştük. Uçurum artık şelaleye döndü, ırmağın üstünde gök belirdi, renkler siyah bir zakkuma dönüştü. Şimdi herkesi karşıma almıştım, bütün evreni, Alaz'ı; üstüme düşen tüm ağırlıkları, kaldırmak istediğim herkesi, yapamayacağım her şeyi yapmıştım.
Alaz'dan uzakta, çalılıkların bitiminde oturuyordum, oturduğum yer kirliydi. Beyaz elbisemin uçları siyah bir isle kaplanmış, üst tarafına doğru parçalanmıştı. Vücudum yoktu, gözlerimin de bu yangını izlerken tutuştuğunu hissediyordum. Burası Sekâr'dı, cehennemin en sancılı ve şiddetli katı. Karşımda Alaz'ın gölgesi, Lema'nın artık toza dönmüş bedeni vardı; ensemde Tanrı'nın kudretli nefesi.
Biri bağırdı.
"Câhim!"
Ve Tanrı kendi sesiyle cevap verdi;
"İçi irin dolu, dipsiz bir kuyu."
Hayır, hayır, Tanrı sesi değil bu! Bu çok tanıdık bir sesti; kulağımda ezberlediğim birkaç dua çınlıyordu. İkisinin sesi birbirine karışmıştı, ayırt edemiyordum. Sanki bir kişi, iki farklı sesle bana daha evvelden bildiğim şeyleri ezbere söylüyordu. Duyuyordum ama sağırdım. Kirlenmiştim ama buraya ait değildim. Günahkârdım ama yanmıyordum.
Sonra beyaz bir perde çekildi cehennemle arama, cenneti gördüm. Ya da cennet kılığına girmiş bir yaratığı. Uzun, uzun gölgesi ben ona baktığımda duruldu, buruştu; işte gördüğüm bu yaratık Kuzah'tı, göğü koruyan meleklerin babası. Kanatları yoktu, koyu saçları dalga dalga arkasına yayılmış, dudağında ilahi bir gülümseme! Tanrım, Kuzah'ın gülümsemesi gözleri kör edecek kadar dehşet vericiydi. Büzüldüm, korkudan kıvrım kıvrım yanıma dolanmış kurtun boynuna sarıldım. Kuzah, azap meleklerinden farklı olsa bile, Alaz'ın boğazındaydı eli. Ve parmakları Alaz'ın boğazını kavramıştı.
Çığlık attım. Sekâr, Câhim cehennemine döküldü, Kuzah yana yakıla kavruldu. Irmaklar taştı, lavlar cennetin ırmaklarına kaydı, durdu; üstümüze yağdı felâğın ateşi. Zemherir kuyusuna döküldük, Alaz dimdikti fakat ben kördüm. O başını Tanrı önünde eğmedi, ben büzüldüm. Baş kaldırdı, sonsuz kudreti olan Alaz, kendinden daha kudretli birinin önünde bile duruşunu bozmadı.
Alaz, öldü.
Alaz, Tanrı'ya boyun eğmedi.
Alaz, korktu.
Alaz, diriydi.Esintisi tenimi kavuran rüzgâr, şimdi ikimizi yakıyordu. İstediğim de bu değil miydi? Alaz'la birlikte bu cehennemde kavrulmak.
Ve istediğim oldu, cehennemin kör kuyularında, bir beden olarak azap çekmeye başladık. İşte bizim içeceğimiz şarap, şimdi kirpiklerimizden düşecek olan gözyaşlarımızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
General FictionCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...