Bu satırlar senin için sevgilim. 22'ime, benim satırlarımın varoluş sancısına.
Büyük bir çınar ağacının altında dinlenirken, gözlerimin önünden geçen geçmişin izleri bir bir anılarıma yapışmıştı. Sanki onlara muhtaçmışım gibi onlar olmadan yaşayamıyordum. Kaderin bir cilvesi miydi Emel'in gözlerimin önünde can vermesi? Yoksa kadere insanlar müdahale edebilecek güçte değiller miydi?
Annem.
Çocukken bana yaşattığı tüm kötü anıların yanında bir tane bile iyi anı yoktu. En çok canımı yakan galiba buydu. Beni ellerinin arasına alıp, sevmemişti. Kollarında huzuru tadamamıştım. Fakat bana Emel ve Feza'yı bahşetmişti. Feza ve Emel, hayatım boyunca hem pişmanlığım, hem de unutamayacağım, izlerini silemeyeceğim iki insan olarak kalacaklardı.
Bu hafta, dizimin dibinde can veren, ellerimin arasında kaybolan ufak kız çocuğunun ölüm yıl dönümüydü. Üç kişinin hayatına son vermişti Emel öldüğünde. Benim, Feza'nın ve kendisinin... Dayanamamıştı, çırpınamamıştı, acı çekerek vermişti son nefesini ve benim yapabildiğim tek şey vardı oda bu kâbusum olan görüntülere seyirci olmam. İstemeden bir insanın ölümünden sorumlu olan kanlı ellerim, temizlenmeyi hak ediyor muydu? Ya da ben mutlu olmayı, bu hastalığı atlatmayı hak ediyor muydum? Herkese ikinci bir şans verilmez miydi?
Ben de ikinci şans olarak Alaz ve Lema'nın hayatına girmeyi istemiştim. Alaz'dan ne kadar nefret etsem de, bana yardımcı olacak tek adamdı. Tek başıma Feza yaşıyorsa eğer, onu bulmam imkânsızdı ama Alaz gibi nüfuslu birinin yapamayacağı bir şey var mıydı ki, Feza'yı bulamasın? Onun Feza'yı bulacağına inana tarafımın üzerine çekmek istemiştim ince bir güvensizlik tabakası. Ya da onun başaramayacağını düşünmek istiyordum.
Sakarya küçük bir yerdi, onu bulmak ne kadar zor olabilir ki diye düşünüyordum. Doğrusu eğer yaşıyorsa bunun nasıl gerçekleştiğini merak ediyordum. Haberlere çıkmıştı, Feza'nın ve Emel'in ölümü... Evlerine gittiğim de ise annesi beni içeri almamıştı. Zaten Feza ve Emel sayesinde o evde kalmama izin veriyorlardı.
Daha annesinin sahip çıkmadığı bir kıza neden sahip çıkmak isteyeceklerdi ki? Tabii ki beni evlerinde istememeleri doğaldı.
Tarih bir bir attı, günler ilerledi, takvim yaprakları geçmişin tozlarıyla uçuştu ve yerine yenileri geldi.
Bugün, Emel'in ölüm yıl dönümüydü. Bugün, birçok şeyin benim hayatımı kâbusa çevirdiği gündü. Kabuklarımın acıyla soyulduğu, vicdanıma attığım kırbaç yaralarının tazelendi gündü. Bugün, temiz bir kızın, kirletilerek katledilmiş olduğu gündü. Kendimi benliğini kaybetmiş bir anne gibi hissediyordum. Her şeyini kaybetmiş, tutunacağı son dalı koparılan bir kız çocuğu gibi.
Emel'i Emel'i kaybettim günden beri hissettiğim duygu, bir kızın annesine en ihtiyacı olduğu zaman annesini kaybetmesi gibiydi. Bu acı, aynı bu şekilde ciğerlerime işlerken, geçmişten kurtulamayan kollarımın üzerine binmişti yük. Yüzsüzce. Derin bir vicdan azabıyla yanıp kavruluyordum. İçim buz tutmuştu, kalbime giden yollar tıkanmıştı, göğsümün üzerinde gökyüzünün ağırlığı vardı.
Feza'nın tüm sözleri işliyordu kulaklarıma. Geçmişin bu kadar acı vereceğini bilemezdim. O zaman bu kadar ayrıntılı düşünemiyordum. Emel'i kaybettiğim zamanlar bile bu kadar acı vereceğini bilmiyordum. Zaman geçince acı biter derler hep. Bu söze o kadar gülüyordum ki... Zaman geçtikçe sadece anılar biraz daha silikleşiyordu.
Yaşanılan binlerce an, silikleşmeye başlıyordu ama acı, her gün, her an kendini tazeliyordu ve hiçbir şey eksilmiyordu.
Elem verici düşüncelerimin ucundan çekilip, çıkarıldığımda kapı sesi gelmişti. Lema okula gittiği için evde büyük bir sessizlik vardı. Alaz'da, merkeze gitmiş, birkaç saat sonra geri geldiğinde elinde alışveriş poşetleri vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
Fiction généraleCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...