Cehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Ayaklarımı boşlukta sallıyordum. Karşımda büyüttüğüm ve içinde küçüldüğüm cehennem vardı. Kapıları ardına kadar açıktı, oradan Alaz'la beraber çıkmak için çok çabalamıştım fakat bunu sadece ben yaptığım için hiçbir sonuca varamamıştık. Burası artık yanan bir cennetti, üstü kapalı cennetin kapıları açılıyordu ve ben birini o kapıda görüyordum. Gördüğüm kişi benim yansımamdı, bembeyaz elbisesinin yakaları rüzgârda savruluyordu; o kız dimdikti, saçları uzun, gür ve güzeldi.
Bana gülümsüyordu, yanında duran Alaz'dı. O küçük kız çocuğunun ellerini tutarak ona güç veriyordu. Bunu görebiliyordum. Birlikte güneş gibi doğuyorlardı fakat batmaları çok kısa sürdü.
Sanki hiç doğmamışlar ve var olmamışlar gibi.
Uzun çimenler göğün altında yükselip küçülüyor ve yer yer ışık düşmüş tarlanın üstünde olan ağaç yapraklarının hışırtısını dinliyordum. Bir yerden gelen dalga sesleri, derenin kenarında akan gür yeşilliğin yanından açılmış buz mavisi şırıltılarını gözlerimi kapatarak hissetmeye çalışıyordum. Vücudumu don tutmuştu ve daha yeni yeni açılıyordu, kulaklarımın içinde çalan müziği seslendiren Tanrı'yı duydum.
Ninni gibiydi.
Annemin sesinden hiç dinlemediğim ve hep merak ettiğim o ninnin bir çeşit kafamda kurduğum haliydi.
Ayaklarımı uzatarak yanımda duran Vefa'nın elinde döndürdüğü sigaraya baktım. Beyaz takım elbisesi, beyaz ayakkabıları ve kalın boynunda atan damarı buradan sayabiliyordum. Ceketinin yakasında duran karanfil dipdiri bir kırmızıydı. Karşısında savunmasızca, neredeyse yıkılmış bir şekilde ayaklarımı uzatmış, oturuyordum. Kollarım mora dönmüştü, sanki o kılcal damarların arasında gezinen öfkeye şahitlik ediyordum. Hissediyordum, bu sessizliğin büyük kısmı yıkacak ve yeniden inşa edecekti bizi.
Burası Sapanca'nın en güzel yeriydi ama Alaz yoktu. Beni Sapanca'yla tanıştıran adam Alaz'dı ama yanı başımda duran düşmanıydı. Bana git dedikten sonra gelen, gitmemem için yalvaran ve yüzyıllar geçse bile unutamayacağım yeminler ettiren adamın şimdi gölgesini dahi üzerimde hissedemiyordum. Çünkü yoktu, gidişi bir yıkımdı, gitmiş ve beni evinden değil, hayatından dışarı atmıştı. Onun yanına tekrar dönmek gurursuzca olacağı için çok büyük bir şey yapmadığı sürece, Vefa Atasoy'un yanında kalıp artık bana söylenen yalanları öğrenecektim.
Belki Vefa Atasoy'un dedikleri bile yalandı, kim bilebilir. Hiç kimseye artık güvenim kalmamıştı ama Alaz'a hala güvenmek isteyen yanım ağır basıyordu ve beni ona inandırmaya çalışıyordu. Sıcak hava tenimin üstünden geçerken boğazımı gürültüyle temizledim.