Bu bölüm 12 için.
Toprak.
Karanlığı kanıyla emdi.
Gökyüzünün katili çocuk, içimde var olmaya devam ederek boğazıma oturdu. Kaburgalarım sancıdı, acısının histerik izleri kaldı vücudumda. Üzerimden geçti anıların dehşet veren acı notaları, kelebeklerin hepsi bir oldu, birlikte intihar etti. Yağmur yağmayı kesti, gökyüzüm karanlığıma bulandı.
Elimin üzerinde biriken yaş damlaları, kalbime aktı. Midem bu acının katmanlarıyla tekrar tekrar söküldü ve bulandı. Görüntüm silikleşti. Bir bir silindi gözlerimin önündeki cehennem izleri. Alaz'ın ateş rengi gözlerini görememek, derin bir korku salmıştı vücuduma. Sarsılmıştım o gece. Sarsıldık, Alaz'la birlikte. Sarsıntının ardından kıyamet koptu içimin yetim kalmış kimsesiz cehennem çukurlarında. Yalnız değilken, yalnız kalmıştım. Tekrar, karanlığımın içinde, tek, kimsesiz kalmıştım.
Kanser.
Benden sahip olduğum gözlerimi de çalmıştı ve yavaşça tüm hücrelerimi çalmaya devam ediyordu. Ben, gün geçtikçe kendimi kaybediyordum. Acı, gün geçtikçe benim vücuduma bulanıyordu, nefes alamıyordum. Karanlık çökmüştü gözlerimin perdelerine. Kimse, bugün kimse ışıkları açmıyordu.
Sessizlik.
Bugün herkes dünden daha sessizdi. İnci düştü aklımın kuytu köşelerine. Belki onun ölümü kadar büyük bir kıyamet yaşamamıştım üç gün önce, daha fazlasını yaşamıştım. Meğerse görmek, hiç sahip olamayacağım olağan bir özelliğimmiş, fark edememişim. Kaybettiğim her şeyin üzerine eklenen bu acı, diğer acılarımı yıkmıştı. Kalbim, olmadığı kadar karanlığa boyanmış, Alaz'ın dün ellerimin üzerine döktüğü iki damla gözyaşıyla yıkanmıştı. Onun gözyaşı bile gözlerimin karanlık perdesine ışık tutmamıştı. Gözyaşları da benim gibi karanlıktı.
Alaz.
Durmadan kanamıştık birlikte. Defalarca bu dehşetime araf olmuştu. İzlemişti, susmuştu. Konuşmadan başımı beklemişti. Bazen tek kelime etmeden susmuş, bazen ağlayışlarımın dinmesini beklemişti. Hastane köşelerinde harap oluşumu, on dokuzuncu yaşımın getirdiği felaketleri bir bir hıçkırmıştım, anlamıştı. Anlamasa saatler boyunca benimle sessiz kalmazdı.
Bir süre konuşmadım.
Sessizlik anlamıştı derdimi. Zaten sessizlikle anlatmıştım derdimi. Suskunluğum uzun süre sürdü. Kafama takılan bir sürü neden vardı ve hepsinin sorusu yarım kaldı, gözlerim gibi. Ruhum titredi ve sarındı ince battaniyesine kafasını iyice sarıp, gözlerini sımsıkı kapatırken. Açsa da görebileceği tek şey, zifiri karanlıktı.
Ve söz verdi kendi kendine, bugünden sonra başka biri olarak doğacaktı. Ama sözünü tutamadı, aynı ben olarak kaldı. Kırmızı alevler sardı etrafını, gözlerine inen her darbenin yumuşak baskısını hissetti cehennemin dudaklarında. Alaz, kabuğumu sarmaya çalışırken, kanattı. İyileştirdi ve kanattı. İyileştirdikten sonra yanıma yaklaşmadı. Cesareti yoktu benim kabuğuma dokunmaya, kırıldığımı biliyordu, tekrar onarılamayacağımı da.
Ruhum soyundu bu apaçık duygulara. Silindi üzerinden geçmişin kanlı parmaklarının izleri. Duruldu içimdeki tüm hislerin, anlamsız heceleri ve kilitlendi ufak kız çocuğu zihnimin en kuytu köşesine. Açlıkla imtihan oldu, karanlıkla, yalnızlıkla, ölümle, sevdikleriyle, sevgiyle, anneyle. En çok, anneyle...
Anne.
Boğazımda düğümlenen bu kelime dudaklarımdan dökülürken, unutmaya başladığım siması gözlerimin önüne geldi. Tekrar hıçkırık koptu küçük kızın dudaklarından ve feryat ederek, ağıt yakarak kül olmayı bekledi, olmadı. Bu anne, onu inciterek zaten büyük bir hata yapmıştı, kırıldı. Hayallerinden kırıldı ve toz tanelerinin havada uçuşmasını izledi. Sustu, karanlığın zift dolu bardağından sütünü içti. Korkuyordu, irkildi. Alaz, elleriyle okşadı başını fakat korkusu dinmedi. Anne diye ağlayan ufaklığımın ellerinden akan kan, oturduğu yere damladı. İz, kaldı. İzleri kaldı gidenlerin. Kabukları soyuldu eli kanlı katilin ve affedilmek istedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
General FictionCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...