Bu satırlar senin için sevgilim.22'
İçime vurulan kırbaçların hışırtısı kulağıma nakış gibi işlenmişti. Sanki cehennemin dibinde, bir gül bahçesinin içerisindeydim. Her yer alabildiğine soğuk bir renkle boyanmıştı, kızıl ve ateş rengi çiçeklerin dalları siyahtı. Otlar kısa, kalın; bulutlar gibi beyazdı.
Bir zıtlık vardı, bu zıtlığın içinde çelişen bedenimin üzerine toprak atıldı. Bu toprağı atan kişinin avuçları karaydı, siyaha bulanmış parmakların arası cehennem kadar sıcaktı. Bana yaklaştıkça daha fazla toprağın altına sindiğimi, toprağın endişelerimi bir annenin şefkatli elleriyle dindirdiği gibi dindirdiğini hissediyordum.
Güller ateş renginden gece rengine döndü, yapraklar soldu ve beyaz olan her yer, benim karanlık ruhuma boyandı. Bu yolun sonunda görebildiğim tek şey, cehennemin aldatıcı ışığıydı.
Ayağımın her an kayacağını bilerek buzdan, ince ve kırılabilecek bir kalbin üzerinde yürüyordum. Ayağım kaydığında düştüğüm yer ya soğuk buzdan bir havuz, ya da cehennemin en yakıcı alevleri olacaktı. Güven yürüdüğüm bu yolun üzerine ağ kurmuş ve beni avlamıştı.
Alaz, düşlediğim gibi bir adam değildi. Aslında hayatıma giren hiç kimse, göründüğü gibi değildi. Ben de göründüğüm kadar temiz ve masum biri değildim. Canımın acısından emin değilken, içimde bir yerlerde durmadan kanayan yaramın varlığından emindim. Elim hep ruhumun kanayan yaralarının bir parmak üzerinde, orayı korumak için bekçilik yaparken, dışarıdan gelen darbelerden kendimi korumak için dik durmayı unutmuştum.
Acının karşısında dik durmakta zorlanıyordum ama bu zorlanmak fiziksel olarak değildi, tamamen ruhsaldı. Sanki ben ayakta durdukça birileri ruhumu arkamdan ittiriyordu ve ben her gün, biraz daha uçurumun kenarından dibe sürükleniyordum. Bu dibin bir sonu var mıydı? Sürüklendiğim yere düşerken tutunacağım bir dal uzatacak kimim olacaktı? Kim benim ellerimden tutup dipten yukarı çıkaracaktı çelimsiz vücudumu? Kimse. Bu yolun sonunda ya buluttan yapılmış bir cennete ya da ateşten yoğrulmuş cehennemin içine düşecektim.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu, Kays. Sesinde duygusunu hissettirmediği bir ton vardı ama bu saklamaya çalıştığı duygularından değil, kendiliğinden olan bir haldi; kestane rengi gözlerinin içinde can yoktu. Göz bebeklerinin içinde kurumuş dallar, bana el uzattıkça onları kırıp tekrar gözlerimi gerçeklerin çıplaklığına çeviriyordum.
Saçlarımı yan tarafıma toplayıp hızla başlayan yağmurun arabanın camında bıraktığı izleri izlemeye koyuldum. Yağmur damlaları hızlanıp camda iz bırakmaya başladığında arabanın sileceği daha hızlı çalışmaya başlamıştı. Kays ellerini direksiyonun üzerinde sabit tutarken, diğer eli sabırsız bir şekilde direksiyonun üzerinde ritim tutuyordu. Parmakları uzun, kemikliydi. Tuttuğu ritim bir süre sonra sinirimi bozmaya başlayınca sessizliğimle verdiğim cevabı alıp başka bir soru yöneltti.
"Alaz sana ne söyledi benim hakkımda?"
"Ne söylemesi gerekiyordu?" diye sordum onun cümlesinin hemen ardı sıra. Hızla sorusuna soruyla cevap vermeme şaşırdığı birkaç saniye yüzünden belli olmuştu ama bu çok kısa sürdü.
"Beni genellikle piçin biri diye tanıtır ama ben ne orospu çocuğuyum, ne de piçim. Annem var benim."
"Bunun beni ilgilendirdiğini sanmıyorum Gürkay." Burnundan derin bir nefes verdi ve akıl almaz bir şekilde arabanın hızını arttırdı. Biranda gaza yüklenince ileri doğru sendeledim ama pek büyük bir sarsıntı geçirmeden sıkıca emniyet kemerime tutundum. Kollarım ağrımış, gözlerim bulanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
Ficción GeneralCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...