Bu satırlar senin için sevgilim.22'
Çığlıklarımı ruhuma hapseden sessizlik; dilimi yakan ilk kelimeydi.
Yangın.
Dudaklarımın arasından çıkan nefesle büyük bir yangının ilk kıvılcımları dudaklarımı yaktı. Ellerim yandı, vücudum ve beynim yandı... Yüreğim kanadı ellerime, ellerim kanadı yüreğime, birbirinden çok uzak gibiydiler. İçimde bileştiklerinde daha büyük bir yangına hazırlık yapmaya başlamışlardı. Canım acımıyordu. Acıyor muydu? Acı neydi? Acının rengi var mıydı? Benim hissettiğim, hücrelerime kadar işlemiş bu isimsiz duygu neydi? İçimi yakıyordu. Cehennemim kendi içimdeydi. İçim yanıyordu. Cehennemi dünyada yaşamak sanırım buydu.
Sesler bulanıklaşmıştı ve kulaklarımın sağır olması üzerine, hiçbir şey duymadan cansız bir şekilde yerde yatan bedenime bakıyordum. Sessizdi, soluk tenliydi. Beyaz teni, bembeyaz kesilmişti. Yüzünde morluklar, dudağının ucunda silik bir tebessüm vardı. İnce beyaz bir örtü, göğüslerime kadar örülmüşken, elleri kanlı başımın dibinde dikilen bu cehennem zebanisinin sesini duyamıyordum. Kırmızı bir örtü, beyaz örtünün hemen üzerine örtülmüştü ve bulunduğumuz uçurumun sonunda, buz rengi okyanus göz kırpıyordu. Sessizce gözlerimi kapatıp açtığımda, beni göremeyen bu kara alınlı adama baktım.
Adamın avuçlarında ateş vardı, ben yanıyordum.
Ateşin vücudumun ele geçirdiğini hissederken, dudaklarımdaki silik tebessüm tamamen kayboldu ve dehşetli bir ses kulaklarımın içinde yankılandı. Gözlerimin gördüğü her yer, dipsiz alevlerle sarmalanmıştı. Harfler, bu adamın yangınına odun katmakla görevlendirilmişti. Eskiden okuduğum kitapların satırlarındaki sarsılmaz harfler, bu yangına alev katıyordu.
Kara alınlı adamın elleri dışa dönük, parmakları uzundu. Yüzünü göremediğim bu adama yaklaşmaya çalıştığımda gözlerimin önünü kaplayan toz bulutuyla çığlığım dudaklarımdan firar etmişti. Ben yüksek sesle çığlık atarken bunu duymayan adamın siyah pelerini gözlerimin önüne geldi ve az ileride, onun hemen dibinde bir cehennem zebanisi daha vardı ve bu alev gözlü adam Alaz'dı.
"Sen," diye bağırdı yüksek sesli bir adam yerde yatan bedenime bakarak. "Günahkârsın."
"Hayır!" diye bağırdım bu dehşetin içinde bana doğru yavaş adımlarla gelen Alaz'ın heybetli bedenine bakarken. "Hayır, Alaz! Kurtar onu." Elimle yerde yatan cansız bedeni işaret ettiğimde Alaz dudağının ucuyla gülümsedi.
"Sen öldün." Gözlerim açılırken kafamı iki yana sallayıp, Alaz'a doğru adım atmaya başladığımda ayağımın ucundaki kumlar yanmaya başladı, Alaz'ın gözlerindeki ateş gibi. Sığ bir çığlık, gökyüzünde yankılandı. Alaz, bulanıklaştığı her saniye alevler gittikçe daha büyüyordu. Karanlık üzerimize çöksün istiyordum ama görebildiğim tek şey bu azap verici ateşti. Adam, siyah peleriniyle adım atarak ilerledi, yerde yatan bedenime yaklaştıkça bağırsam da sesimi duymuyordu.
"Benim!" dedim dehşetle elimle kalbimi tutarken. "Cehennem Çiçeği!"
"Seni görebiliyorum ama ölüsün." Dedi, dişlerini gösterip huzurla gülümserken, gözlerim dudaklarında takılı kaldı. Kara gömleği, kara saçları, beyaz alnı, gülmekten kısılmış gözlerini açtığında gözlerinin içinde gördüğüm o ateş parçacıkları acımasızca ateş parçacıklarıyla birleşmişti. "Nefes alıyorsun ama bir ölüden farkın yok."
"Sen Alaz değilsin."
"Ben Alaz'ım." Dedi sinsice gülümserken üzerime doğru gelmeye başladı ve alev ihtişamlı bir şekilde göğe kadar yükseldi. Saçlarımın bile yandığını hissederken, üzerime oturan bu karanlık alevlerin ateşinde yandığımı hissediyordum. "Yanacağız." Bir adım daha attığında, onun ayaklarını göremez oldum. Saniyeler geçti ve Alaz'ın bedeni ile aramda çok az bir mesafe kala, yerde yatan cansız bedenime gözlerim kaydı. Avuç içlerimi kafama bastırırken, avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım.
"Cehennem Çiçeği," dedi Alaz seslice. Kafamı iki yana salladım.
"Ölmeyi istemiyorum!" haykırışım etrafta yankılandı. "Ölmeyi istemiyorum anne." Dizlerim üzerine yere çökerken diz kapaklarım ateşin aleviyle yanmaya başladı. Alevler hızla büyüdü ve üzerime dağ gibi çöktü. Karanlık bir anda ışıklarını yakan bu ateşle aydınlandı, tekrar karanlığa büründü.
"Cehennemdeyiz!" bu delicesine bağıran ses tanıdıktı. Kara avuçlarıyla koşarak önüme geldi, adımları hızlıydı ama bir o kadar da yavaştı. Dibimde biten bu silik adam, avuçlarında birikmiş ateşle ellerini yüzüme doğru uzattı. "Cennette cehennemi düşlemek gibiydi aşk, yaktın beni." Bu sefer hızlandı üzerimize düşen lav parçaları ve kalbim ellerimde atmaya başladı.
Bu hırs, bu tutku, bu heyecan, kalbimin atışlarına tekmeyle darbe indiriyordu. Sessizce Alaz'ın yanan ellerinin yanağımla buluşmasını izledim. Hayır, cesur değildim. Kendinden emin biri, değildim. Sadece bendim, yaralıydım, ateşlerin içinde kavruluyordum. Dudakları kendi ateşinden ayrıydı. Durdu ve gözlerimin içine baktı.
"Sen kimsin?" diye sordu, sessizce.
"Cehennemin dibinde biten çiçek," diye fısıldadım ondan daha yüksek çıkan sesimle. "Bana gülümsemelerimi vereceğini söylemiştin, bu yangınla mı yanaklarıma gülümseme konduracaksın?" ve cehennemin biraz ötesinde, araftaydık. Şimdi hiçbir şey net değildi, her yer bulanıktı. Kalbimin ellerimin arasında eridiğini, dudaklarımın hiç bu kadar kuruduğunu hatırlamadan... Bilmeden nefes alıyordum. Buna nefes almak mı deniyordu? Nefes mi alıyorduk biz böyle? Bu nasıl bir havaydı? Ateşi içime çekiyormuşum gibi hissediyordum.
Ciğerlerim acıdan parçalanacakmış gibiydi.
"Senin yüzünden çıktı bu yangın. Sen cehennemsin." Dilim yandı. Ellerimi nereye koyacağımı bilmeden uçuşan saçlarımı savuran rüzgârla bu yangının daha da alevlenmesi saniyeler sürmüştü.
"Sen Alaz'sın. Sen yangınsın."
"Yangın değilim, cehennemim."
"Cehennemsin, Alaz'sın." Bu sefer bağırmıştım.
"Hayır, ben Alaz değilim." Bu sefer sert nefesi ateşi beraberinde söndürmüştü. Gözlerimin içine baktı ve biranda kolumdan tuttuğunda karanlığın dipsiz kuyusuna birlikte düşmüştük. Avuçlarım onun göğsündeydi, parmaklarım kıvrılmıştı. Gözlerim kısılmış, kalbim dudaklarımda atmaya başlamıştı. Onun yüzünü boyayan bu karanlığın ardından bir ışık yandı, birileri sönen ışıkların hepsini yakmıştı.
Gözlerimi anın etkisiyle kapatıp tüm gücümle çığlık atarken, dudaklarıma değen sıcak tenle gözlerim kapandı. Kafamın üzerindeki sıcak dudaklarla gözlerimi açmaya çalıştığımda gördüğüm kâbusun etkisindeydim. Görmeyi beklediğim karanlık ve dipsiz siyah kuyu olmasıydı ama ışık gözlerimin içinden içeri süzdüğü anda dudaklarımdan bir çığlık kaçmıştı.
Birkaç saniye kirpiklerimi kırpıştırıp yatırıldığım dizin sahibine bakmak için kafamı çevirdiğimde gördüğüm kestane rengi gözlere sahip yabancı adamın neden dizinde yattığımı bile sorgulamamıştım. Sadece... Dudaklarım olabildiğince açılmış ve ağrıyan vücudumu hareket ettirip dizlerinde yattığım bu adamın sırtıma eliyle destek vermesiyle doğruldum. Her yer, her yer o kadar net ve sıcak renklerle döşenmişti ki, galiba gördüğüm siyah olan eşyalar bile bana çok renkli gelmişti.
Gözlerimin açılmasından dolayı girdiğim şokla dişlerimi sıkıp elimde olmadan gözlerimden akan yaşa parmağımı bastıracağım sırada bu kestane renkli gözlere sahip sakallı adam elini yanağıma bastırmıştı.
***
EMİNE DEMİRCİ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
Ficção GeralCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...