DÜZENLENDİ.
Anneciğim, onu sevmiştim anneciğim, küçükken bana aldığınız yeşil motosiklet kadar.
Satıra 22.
Kelebeğin onu kanat çırpışı biraz dibe batıştı.
Uzun zaman önce hayallerimin ucu sivri bir bıçakla kesebilirsiniz, geçmişin arkamdan bıçakladığı sırtım yara bere izlerinden bakılmaz hale geldi. Ayaklarımın ucu bilmediğim bir cennete sürükledi beni. Kaburgalarım acının kuşaksız bağcıklarına dolandı, ayaklarım bilmediğim bir özlemin uçurumunda kendini sağanak yağan acı yağmurunun altında bulmuştu.
Uzun parmaklarım yüzümü kapladı, dudaklarımın çatlak kısımlarında sürgün zehir, şeytanın Tanrı'nın ona hediye ettiği tatlıydı. Kâbuslarıma ana mekân olan bu sanrılı sancı dolu "anne" hatıraları ruhumun ezilmiş, ayaklarının altına alınmıştır ve bana asla vermemiş sevgisinin gölgesiydi.
Ruh neyi ekerse, insan onu biçerdi. Cehennemin kapısında duran bir insan, içeride gelen seslerin azabını duyduğunu nereye bilemeden, eline göre tüm acıları ve anları, günahlarıyla birlikte içeri fırlatıp kaçtı. Kaçtı günahların elem verici rıhtımlarından. Cesurdum. Günahkâr olduğumu bile bileği Tanrı'yı görmek istiyordum.
Bu isteğimden, cehennemin ilk katında ben, ikinci katında ruhum, üçüncü katında hayallerim, dördüncü katında kalbim, beşinci katında yüreğim, altıncı katında vicdanım, yedinci katında hepsindenine ait olduğum için isyan eden tüm uzuvlarım yanıyordu. Tüm damarlarımın içindeydi bu yangın. Hissetmek, yaşadığım en büyük sarsıntıydı. Damarlarım içinde gezen kan hislerin ağır yükünden yere yığılmıştı. Düzdü kaburgaları, kaburgaları kırılmıştı. Ayakta durmak için birine ihtiyaç vardı. Ayakta durmak için bir avuç güvene ve inanca ihtiyacım vardı.
Kan kanseri denilen bu hastalığa yakalandığımda teşhis için bir sürü tahliller yapılmış, testlerden geçirilmiş, biyopsi olmuştum. Sonuçların çıktığı gün hastanede beklerken yüzümde olan o ifadeyi, iyileşsem de, seneler geçse de asla unutabileceğimi sanmıyordum. İnsanlar önümden geçip giderken, benim hayatımın mahvolmasına dakikalar vardı ve ben, sadece bekliyordum.
Kendi kendime aynı şeyi sormaktan artık ne yapacağımı bilemez hale gelditim. Biz bu acıyı çekmek için ne günah işledik? Doğru ya, ne işlemiştik? Ne günah işlemiştik ki bu denli büyük bir ceza vermişti kader bana? Bunu sormaktan kendimi alıkoyamıyordum.
Kan kanserinin çeşitli çeşidi vardı. Akut lösemiler genellikle çocuklarda meydana gelirken, yetişkinlere kronik, ya da riskli grup olan, akut miyeloid lösemi olarak tanı koyuluyordu. Yetişkin insanlarda hastalığın geçmesi bir hayli zorken, ilik nakline gerek olmadan benim gibi sadece 3-4 haftada bir kemoterapi alarak iyileşme şansınız olabiliyordu.
Psikolojimin bozulması ilk anlardan biriydi. Mudavbet ettiğim insanlardan biriydi babası. Genççik, yirmi beşlerinin sonunda bir adamdı. Bazen, kız kemoterapiden çıkana kadar kapıda beklerdi. Bir gün kemoterapinin yapıldığı hemen hemen gerisinde oturuyor, ilaç vaktimin gelmesini bekliyordum.
Hemşireler hızlıca bir oyana bir buyana koşturmaya başlamış, adeta hastanenin içinde büyük bir karışıklık varmış gibi telaşlıydılar. Doğru, vardı. İnci, gerekli ilacın dozuna dayanamamış, vücudu artık infilak vardıti. İlacı alırken uykuya daldığını söylemişti hemşireler ve belirli bir süre sonra onu yalnız bıraktıklarını, yanına geri döndüklerinde de yüzünün morarduğunu söylemişlerdi.
Kıyamet kopmuştu babasının feryatlarında. Bir babanın ağlayışı, ruhsuz bedenini kaybedişi sarmıştı hastanenin. Ve bir feryat dökülmüştü dudaklarından, baba, ne olursa olsun iyi olacağına inandığı umut ışığını, karısı gibi kaybetmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
Fiksi UmumCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...