Bu satırlar senin için sevgilim.
22'
Ezelden beridir şeytanın uğraşıp, başaramadığı; başarmak için yollar yarattığı bir dönemde, doğuyorum. Bu geceye doğmaktan, gündüzle birleşmekten öte.
Havva, çıkıyor!
Havva kokuların baş döndürücü sıcaklığıyla dolduruyor günah çukurlarını. Hayır, günah bu kadar güzel kokmamalı, cezp etmemeli içimdeki şeytanı.
Hiçlik?
Âdem yokluk, Âdem yok.Balık?
Cennet ırmaklarının içinde! Bak, orada, süzülüyor altın tozların güneşten parlak rengiyle!Şeytan.
Havva'nın kokusuna gizlenmiş."Yasak."
"Lütuf buyurdunuz efendim!" dili, mahşer dili; gündüz ve geceden anlamıyor, bırak.
"Ateşten kurtulmak mı vazifen, yoksa ona odun olup harlamak mı?"
"En yasağı efendim. Bir şeytanın günahtan dönmesi kadar yasak..."
İblis günahtan dönerken, beyaz giymişti. Melek günaha giderken, beyazı üzerine geçirdi.
Üzerime düşen bu harfler, cennet ve cehennem arasında kalan bir meleğin, Tanrı'yla arasında geçen konuşmaydı. Daha önceden de olağan rüyalar görüyor olmam, bu gördüğüm rüyanın şaşkınlığına uğramama engel olmuştu. Kâbuslarım Alaz'ın sarkaçlarına bağlıydı. Alaz Yalman, O, cehennemdi: soğuk bir cehennem. Canını vahşice parçalamıştı. Ve ben, ondan kaçtığım her saniye, günahtan kaçan beyaz şeytan gibi, Gayya Kuyu'larını kazıyor, buzdan cehenneminin içinde, alev alev yanıyordum.
Senelerin yorgunluğu ruhumun derinliklerine işlemişti. Sanki birilerinin gölgesinde yaşıyor gibiydim. Büyük bir ağaç, görkemli dallarını üzerimde sallandırıyor, ben de bu ağacın büyük dalları arasında kendimi kaybediyordum. Asırlar önce Âdem'in bir yasak uğruna cennetten kovulduğunu, yine bir kibir yüzünden şeytanın ateşe geri döndüğünü biliyordum. İkisi farklı nedenlerden cennetten kovulmuşlardı ama biri masum, diğeri günahkârdı.
Aralarında büyük bir okyanus vardı. İkisi farklıydı. Ben de farklıydım. Biri okyanustu, diğeri okyanusa sahip olduğunu sanan zavallı piyon. Birileri hep gölgede kalmaya mahkûmken, birinin yıldızı parlıyor ve sönüyordu. Yaşamla ölüm arasındaki nefes alma mesafesi kadardı zihnim. Koca bir yaşamı saniyelere sığdırabilecek kadar da kendinden vazgeçmiş, anıları diline pelesenk olmuş bir dilenciden farksız.
İçi cehennem, dışı sanrı.
İçi cennet, dışı dünya.
İçi araf, dışı kelepçeli kafes.
Âdem, cennet ırmaklarına değil, Yasak Elma'ya, ben de aslında varlığından bile emin olmadığım adamın avuçlarına muhtaçça kandım.
Bu hikâyenin içine girmeden önce silik bir hayat yaşıyordum ve bundan memnundum. Ya da kendimi memnun olduğuma ikna etmeye çalışıyordum. Kalbim sürekli bir şeyleri tasdik etmemi istiyordu. Ben, bir şeyleri çizemeyip karalamaktan ve cevap bulamamaktan usanmıştım. Hissettiğim garip duyguların ne olduğunu bilmiyordum. Daha önce bir erkekle bu derecede farklı anlamlarda yaklaşmamıştım. Kimse Alaz gibi sarılmamıştı.
Onun gibi öpmemişti. Onun kadar güven verici konuşmamıştı; aynı şekilde kimse onun kadar beni kırmamıştı. Daha önce sarılırken canımı elleriyle sökmemişti başka biri. Alaz, Feza olamazdı. Bunu kendime defalarca kez anlatsam da sıkıntı şuradaydı; ben Alaz'da Feza'yı arıyordum. Dokunuşlarında. Sarılışında. Ellerinde. Kokusunda. Bakışlarında. Dudaklarının tebessüm ederken kıvrılışında, en çok bana bakarken ki gözlerinin içinde biten alev parçalarının dalgalanmasında. Bunun yanlış olduğunu bile bile defalarca yapmıştım. Hayır, pişman değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
1. KUYU: SAUD
Ficção GeralCehennemin dipsiz çukurlarında yanarken, günah obruklarına saplanmış bedenler, yanacaktı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti ve cehennem de azap görenlerin ıstıraplı sesi bulutların ağlamasına, cennette ki insanlarınsa hüzünlenmesine sebep olacak kadar acı...