Pencerelerin arasındaki boşluklardan sızan soğuktan korunmak için omuzlarıma bıraktığım ince battaniyeye sokularak gitmeden önce yaktığı şöminenin önüne oturmuştum. Gözlerim kızıl mavi alevlerin dansını seyrederken dışarıdan gelen ses ile irkildim. Bu ses Fısıltı'ya aitti, bıraktığı soluk sesinden tanımıştım, zaten sonrasında da ahırın kapısının açıldığını duydum. Fısıltı'yı bağlıyor olmalıydı. İçimdeki ürpertiyi hissetmemeye çalışarak bacaklarımı karnıma doğru çektim, o yokken yaşadığım rahatlık duygusu o varken neredeyse tamamen yok oluyordu. Onun yaşattıklarının arasında hiçbir iyi duygudan bahsedilemezdi, sadece ben uyurken gerçek varlığını hissettiriyordu.
Verandadaki sert adım seslerinden botlarına bulaşan karı temizlediğini anladım, başımı çevirip hareketlerini izlerken cebindeki anahtarı çıkararak kapının yuvasına taktı ve birkaç kez çevirdi. Aralanan kapıyla içeriye aniden dolan soğuk yüzünden ürpererek ayağa kalktım. Kucağındaki eşyaları masanın üzerine bırakarak kapıyı arkasından kapattı ve üzerindeki kalın pardesüyü kapının yanında duran askıya astı. Boynundaki atkıyı çıkarırken onu izlemeyi sürdürdüm. Ona baktığımı fark etmemişti, botlarını çıkararak kenara attı ve benim bıraktığım boşluğu doldurarak şöminenin ateşinden faydalandı. "Yemeğini yedin mi?" diye sorduğunda ondan uzak bir köşeye oturarak neredeyse varlığını unuttuğum sesimle fısıldadım. "Evet."
Gözlerini ateşten ayırmadan başını sallarken harekete geçen ademelmasına odaklanmıştım, bir süre ellerini ovuşturarak öylece otururken onunla aylardan beri tek kelime konuşmadığımı fark ederek dudaklarımı ıslattım. "Yakalanmaktan korkmuyor musun hiç?" Gözlerimi bana bakmaktan kaçınan göz bebeklerine dokundurmak adına yüzünde gezdirdim fakat çatırdayan odunlardan başka hiçbir şeyi izlemiyordu hatta gözlerini bir an olsun bile kırpmıyordu. "Benim korkmamı beklemek yerine neden kaçıp gitmeyi denemedin?"
Sorusuyla ters köşe olmuştum, bunu beklemiyordum fakat haklıydı da, neden kaçıp gitmeyi hiç denememiştim? "Bilmiyorum." dedim aklıma gelen ilk şeyi dile getirerek. Başını anlamışçasına sallayarak oturduğu yerden kalktı ve yatağa doğru ilerleyerek kazağının eteklerine parmaklarını doladı. Gözlerim aniden değişen görüntüsüyle çıplak teninde gezdirirken dudakları oynadı. "Soyun ve yatağa gir." Endişeli bakışlarımı üzerinde gezdirerek yutkundum, bunu yapmak istemiyordum fakat o hiçbir zaman anlamıyordu. Oturduğum köşeden kalkmadığımı fark ettiğinde yanıma yaklaşarak ellerimi tuttu ve beni ayağa kaldırdı, omuzlarımdan kayıp düşen ince battaniyenin ardında bıraktığı sıcaklık hissi ansızın kaybolduğundan ürperdim ama bu onu hiç etkilemedi. Üzerime geçirdiği kendi kazağını soyarak beni kollarımı çevreme kapatmak zorunda bıraktığında sesli bir şekilde yutkundum, bedenimi yatağa doğru çekiştirip uzanmamı bekledi. Üşümeye başlayan bedenimi paylaşmak zorunda kaldığımız yatağın üzerine bırakırken parmaklarım kollarımı kuşatmıştı, soğuktan titrerken bile gözlerime bakmaya tenezzül etmiyordu, halbuki beni kaçırdığı gün bunu sevgisinden dolayı yaptığını sanıyordum. O sadece bedenimi kullanmak için beni yakınında tutuyordu. Ben ise, ondan bir kez olsun kaçmayı düşünmemiş bir halde kaderime teslim olmuş bir şekilde yaşıyordum. Neden ondan kaçmayı bir an bile düşünmediğimi hiçbir zaman anlamamıştım. Şimdiyse, o imzasını tenime damgalarken hiçbir şey hissetmeden öylece altında yatıyorum, ne acı ne de zevk. Görmek istediğim tek şey ise gözleri. Bana bir an bile bağışlamadığı bakışları.
Üzerimdeki hareketlerini sonlandırıp nefesini boynuma soludu, kendini yana atıp örtünün altına sığındı ve arkasını döndü. Ben ise sadece ellerimi iki yana açmış bir şekilde, parçalanan ruhumu ve perişan hislerimi tenimdeki kırıklardan ayırmaya çalışarak hayatıma bir kez daha lanet okudum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.