Büzüldüğüm köşede içim geçmişti. Gözlerimi araladığımda sadece birkaç dakikalık bir uyku çektiğimi fark ederek sıkıntıyla soludum. Saatlerdir Ajax'ın belirlediği en geniş ahşap evin içinde yatan insanların pansumanlarını yapıyor ve gereken otları temin etmek için baharatların bulunduğu bölme arasında mekik dokuyordum. Yorgunluğum önemli değildi aslında, önemli olan Ajax ile bunca insan için bir şeyler yapabilmekti. Onunla birlikteyken, ona yardım ederken dünyanın en mutlu insanı oluyordum ben.
Gothel Ana'nın elindeki sargıyı değiştirmek için onun bulunduğu bölüme ilerlerken çamur olan yolu tercih etmiştim, yol bir gece içinde öylesine çok kullanılmıştı ki, adımların oluşturduğu izler hafif çiseleyen yağmura bulanmış ve etrafı çamur deryasına çevirmişti. Topuklu ayakkabılarıma bulanan çamur yüzünden kayarak dengemi kaybettiğimde koluma giren bir el ile doğrulmam bir oldu. Başımı kaldırıp beni tutan elin sahibini görmeden çok önce sesini duymuştum. "Hera!" Dengemi sağlamaya çalışarak sesin sahibine tutunduğumda doğrudan gözlerine bakamadım, öncesinde derin bir soluk alıp kendime gelmem gerekiyordu çünkü. "Ne yaptığını sanıyorsun sen? Niçin bu kadar dikkatsiz davranıyorsun?" İki kolumu birden tutup bedenimi kavradığında omuzunun üstünden yeni ev inşa etmek için taşıdığı kütüğe bakıyordum, bana ilk defa sesini yükseltiyor olması dikkatimi dağıtmıştı doğrusu. "Ben.. Sadece.. Gothel Ana-" sözümü keserek kükremelerine devam ettiğinde kollarının içinde küçüldüm, küçüldüm ve kayboldum. "Bir çocuk taşıdığını unutuyor gibisin!" Kollarımı sarsmayı sürdürürken gözlerinin içine bakabilmek için başımı kaldırdım, bir gün içinde böylesine bir davranışı hak edecek ne yaptığımı merak ediyordum. "Ajax," adını fısıldayarak hızlı soluklarının zamanla kayboluşuna ve yerini eski Ajax'e bırakışını izledim. "Benim," dedim ona anlamasını umarak. "Senin küçük Hera'n." Bir atın dörtnala koşması gibi hırsla ve hızla gözlerimde dolanan gözleri nefeslerine ayak uydurarak sakinleştiğinde alnını alnıma yasladı, kollarımı tutmaya devam eden elleri çekilmemişti ancak önceki kadar acıtmıyor, sadece çiçekler açtırıyorlardı içimde.
"Üzgünüm." Utanç içinde yere bakan bakışlarını yakalamak umuduyla yukarıya bakıyordum ancak bunun farkında olduğu halde karşılık vermiyordu. Derin bir nefes alarak yanaklarını kavradığım ellerimle yüzünü kendimden uzaklaştırdım. Gözlerini görmeye ihtiyacım vardı, omuzlarına binen yükün farkındaydım ve onunla paylaşmak için buradayım. Burada olacaktım. Onun için sonsuza dek burada, hemen yanında kalacaktım. "Endişelenmem gereken tek kişinin sen ve çocuğum olmasını dilerdim." Acıyla soluyarak omuzlarını silkti. Kollarımdan gevşeyerek düşen parmaklarını tutabilmek için ona ellerimi uzattığımda karşılıksız bırakmadı beni. İki yanıma düşen ellerini çekiştirerek parmak ucumda yükseldim, ona olabilecek en yakın mesafedeyken bile ondan çok kısaydım.
"Bizim için endişelenmeni gerektirecek bir durumun olmadığını biliyorum." Gözleri söylediğim yalana inanmadığını belli edercesine bakarken kendimi bile inandıramadığımı fark ettim. Bizim için de endişelenmeliydi ancak önceliğimiz köydeki masum insanlardı. "Sen de biliyorsun." Üsteleyerek kendimi haklı çıkarmaya çabalarken bir kez daha göz kontağı kurmayı başardık. "Köydeki herkes sana güveniyor, Ajax. Sen onlar için bir umut kaynağısın."
"Böyle olmayı ben istemedim." İnatçı sesi ve asi duruşuyla çabalarımı sonuçsuz bırakmak için her yolu deniyordu. Başımı iki yana sallayarak zar zor yetiştiğim çenesine ufacık bir buse kondurdum. "Bunu sen istemedin Ajax, biliyorum." Parmaklarımın tersi yanağını okşarken gözlerim sakallarını seviyordu. "Ancak bazen kaderin önüne geçemeyiz. Ve biliyor musun, bunların hepsi kaderimizin bir parçası." Onun hiçbir zaman gerçekten inancı olup olmadığını kestiremiyordum ancak şimdi biliyordum, bir süre daha bu kavramlardan uzak duracağını hissettirmişti bana. Bu yüzden üzerine gitmekten vazgeçerek üzerine yapışan gömleğini düzeltiyor gibi yaptım ancak boşunaydı. Gömleği uzun bir zaman kullanılamayacak kadar kirli görünüyordu ve bir gecede yıpramıştı. Bunu önemsemediğini varsayarak gülümsemeye çalıştım. "Pekala, şimdilik gidiyorum." Elleri ellerimi kavrayarak sıktığında doğrudan gözlerime bakıyordu. "İşimiz bittikten sonra beni göremezsen merak etme, çocuklarla dereye inip yıkanacağız." Gözlerimin içine umut dolu gözlerle bakan erkeğime gülümseyerek başımı salladım, ellerim ellerinden kopup onu arkada bırakırken beni durdurmak için mırıldandı. "Bekle." Koluma dokunan parmaklarıyla beni etrafımda çevirerek döndürdüğünde gözlerim gözlerini bulabilmek için gökyüzüne doğru uzandı. Hatasını anladığını biliyordum, hınzır dudaklarıyla yanağımı okşamasından bile belliydi bu. Benden hızla uzaklaşıp işinin başına dönerken arkasından bakakaldım, sanki kalbimin içinde bir parça kopup düğüm olarak boğazıma oturmuştu.
Bu anın, onunla geçirdiğim son mutlu an olduğunu bilseydim, asla yalnız bırakmazdım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.