Küçük, huzur dolu bir nefes döküldü dudaklarımdan. Uzun zamandır kendimi böylesine mutlu hissetmediğimi fark ederek aldığım zevki katlamak istedim ancak parmaklarımın altında hareket eden küçük bir şey yüzünden hevesim yarıda kaldı. Parmak uçlarımı karnıma bastırıp hareketlenen bebeğimi hissetmeye çalıştım, bunu defalarca kez yaptığım için artık nasıl hissettirdiğini iyi biliyordum.
Anne olmanın nasıl hissettirdiğini de.
Evimizin kapısı aralanıp içeriye dolan yaramaz adımlara kulak kabartırken kucağımdaki ipi ve örmeye henüz başladığım küçük bebek patiklerini sandalyemin kenarındaki sepete bıraktım ve yavaşça, olabildiğinde az zorlamaya çalışarak oturduğum yerden kalktım. Yüzümdeki ifade her geçen saniye sevinç eşliğinde büyürken omuzlarıma attığım şalın püsküllerini çekiştiriyordum, onları görmek için her gün bu saatin gelmesini iple çekiyor ve yüzümde oluşan anlamsız sırıtışları kapatamıyordum. Eğer Ajax bu halimi görse benimle kesinlikle dalga geçer ve bozulduğumu fark ettiği an bunu yapmayı keserek kalbimi kazanmaya çalışırdı.
Ajax..
Alt kattan yükselen üç sabırsız erkek sesini küçük adımlarımla karşılarken gördüğüm ilk yüz, ikiz oğullarımızın büyüğü olmuştu, Ivan tıpkı Ajax'i andıran siması ile merdivenin başında dikilmiş, farkında olmadığı asil duruşunu sergilerken parıldayan gözleriyle konuştu. "Anne!" Merdivenleri tamamlamamı bekleyerek sonunda bedenime sarılmaya çalıştığında küçük sırtını okşadım. "Merhaba tatlım, günün nasıldı?" Dizlerimin üzerine oturarak ona biraz daha yakın olmak istediğimde dikkatsizce baktığım yüzündeki kızarıklığı fark ettim, yanağına baktığımı anladığında yüzünü çevirmeye çalıştı ancak bundan kaçamayacağını iyi biliyordu. "Yine mi kavga ettin sen?" Az önceki neşesi yerini suratsız bir yüze bıraktığında avucumda birleştirdiğim ellerini okşadım, Ajax'ın tam anlamıyla küçük ve daha fena olan hali gibiydi. "Seni bu konuda defalarca kez uyardım Ivan, neden beni dinlemek yerine her defasında aynı şeyi yapıyorsun? Babanın bundan hoşlanmadığını biliyorsun hayatım." Bakışlarını indirerek yüzünü diğer tarafa çevirdiğinde etrafımıza toplanan Tobias ve Febree'yi de kucaklaşmamıza dahil ettim. "Febree'ye kötü davranıyordu." Gözlerini kendinden iki yaş küçük kardeşine dikerek zorlukla konuştu. "Hem babam da Gustav'ın babasından nefret ediyor, bunu biliyorum."
"Babanın Bay Blumen ile anlaşamaması ile senin durumun çok farklı Ivan." Parmaklarım küçük yüzünü kavrayarak çekiştirdiğinde dış kapının üzerine astığım zil çınladı, gelenin kim olduğunu tahmin etmek zor değildi ancak şu an odaklanmam gereken başka bir sorun vardı. Yanağındaki kızarıklık elle yapılmış gibi görünüyordu ancak hayal kırıklığına uğrayarak dilimdeki soruyu yöneltmek zorundaydım. "Ona ne ile vurdun?" Dudaklarını kemirerek cevap vermekten kaçmaya başladı, gözleri zemini izlerken bu sefer bakışlarımı Tobias'a yönelttim, o Ivan'a göre benden biraz daha fazla çekinirdi. "Şey, belki.. herhangi bir.. kitapla olabilir?" Tobias'ın çekimser sözlerine inanıyordum çünkü o köşeye sıkışınca asla yalana başvurmazdı. Sıkıntıyla iç çekerek içerideki odadan kucağındaki en küçük çocuğumuz ile çıkan Alanis'e çevirdim bakışlarımı. "Lütfen üzerinizi değiştirin ve yemek için hazırlanın." Daha sonra konuşmak üzere çocukları odalarına yollarken öldürülen Şerif Butcher'ın en küçük kızı Alanis'e yöneldim, Ajax onu bulduğunda kalacak yeri olmadığını iyi biliyordu, benim de çocuklar konusunda bir yardımcıya ihtiyacım olduğunu düşünüyordu ve bu, iki tarafın yararına olabilecek mükemmel bir fırsattı.
Kucağında tuttuğu Marcus'a uzanarak onu kollarıma aldığımda yorgun görünen yüzüme gülümseyerek bakıyordu. "Kendinizi çok yoruyorsunuz." Uzun boyu, zarif ve alımlı yapısıyla şimdiden pek çok erkeği peşinden koştursa dahi hiçbirine dönüp bakmıyordu, onun bu hali on sene önceki kendi halimi anımsatıyordu çoğu zaman. Belki de Ajax olmasaydı, hayatım oldukça anlamsız bir hal alacaktı. "Sadece kendilerinin farkında olmalarını istiyorum." Dudaklarımı Marcus'un alnına dokundurarak Ajax'ın kesinlikle el sürdürmediği uzun saçlarını geriye yatırdım. "Doğru ve yanlış olan şeyleri ayırt etmelerini istiyorum." Başını onaylamayan bir tavırla iki yana sallayarak kucağımdaki Marcus'u çekiştirdi, başta mızıldansa da yere indiği anda her şeyi geride bırakan oğlumun yerine oturmaya başlayan adımlarını seyrettim. "Yakında bir bebeğiniz daha olacak, elbette çocuklarınıza hassas davranmalısınız ancak bebeğiniz doğduktan sonra." Alanis, ellerimi ovuşturarak omzumun üzerinden dış kapıya baktı ve gülümseyerek mutfaktaki yardımcılarımıza katılmak için dikkatini o yöne verdi, bu esnada kapının dışından yükselen homurtulara kulak kabartıyordum. Kapının kolu çevirilerek açıldığında ilk önce bir hayli sevindiğimi hemen ardındansa dehşete düştüğümü söylemem gerek, en azından Ivan'ın yanağı kızardı, diye geçirdim içimden. Dudağında ve kaşında patlaklar yoktu. Elbisemin eteklerini çekiştirerek hızlı adımlar atmak istediğimde benden önce davranıp holün ortasına yürüdü ve sakin kalabilmem için kollarımı yakaladı. "Ajax? Tanrı aşkına bu halin ne böyle?" Mimiklerini oynattığı için küçük bir acı duymuş olmalıydı ki yüzünü buruşturdu. "Sessiz ol Hera, çocuklar duyacak." Elinde tuttuğu şapkasını portföye astıktan sonra kollarımı çekiştirmeye başladı. "Benimle gel, her şeyi anlatacağım." Dikkatle çekiştirdiği elimi yatak odasına kadar sürüklediğinde kalbim delicesine çarpıyordu, onun saçının bir teline bile zarar gelince çılgına dönen benden sakin olmamı bekliyordu, şaka mıydı bu? Yatağın yumuşak kumaşına oturmama yardım ederek tam karşıma geçtiğinde cebindeki mendili ıslatarak dudağının üzerindeki yarada gezdirdim, eğer biraz daha sessiz kalırsa bir tane de ben patlatacaktım ona. "Bay Blumen bankadaki işlerin yürüyüşü esnasında bir sorun çıkardı." Gözlerimi kapayıp sıradan Ajax ve öfke kontrolü hikayelerinden birini dinlerken buldum kendimi, bu artık rutinleşmişti. Bay Blumen iğrenç biriydi belki fakat bu her ayın içinde birkaç gün tekrarlanan kavgaların varlığını gölgelemiyordu. Defalarca kez Ajax gibi bir adamdan dayak yemesi ancak yeniden istemesi ise ayrı bir konuydu, bazen dalga bile geçiyorduk bunun hakkında. "Sen de onu hakladın, öyle mi? Pekala. Ya bu yüzündeki yaralar?" Öfkeli sesimle tek seferde konuştuğumda dudağını temizleyen elimi yakaladı ve göz göze gelene kadar elimi avuçlarında tutmayı sürdürdü. "Gustav denen o küçük şeytanın oğlumuza vurduğunu öğrenince geri döndüm ve birkaç yumruk daha savurdum." Duyduğum ilk kapı zilini anımsadım sonra, dakikalar geçmesine rağmen Ajax içeriye girmeme konusunda diretmişti. Başta bunun bir tütün krizi olduğunu düşünmüştüm, çocukların yanındayken içmezdi. "Gücü tükendiği için bana elindeki kalemle vurmaya çalıştı ve olan bu." Parmak ucunu kaşındaki çizgide gezdirerek acıyla inlediğinde ağlanacak halime gülmeye çalıştığımı hissettim, Ivan Ajax'ın oğlu iken, onlardan ne bekleyebilirdim ki zaten?
"Gustav'ın ön dişi artık yok." Umursamaz hareketleriyle omuz silkerken duraksayıp gözlerimi büyüttüm. "Ne?" Dudağının kenarındaki yaraya aldırmadan bana bundan gerçekten hoşlandığını belli eden bir gülücük sundu. "Ivan ona kafa atmış." Sinirlendiğimi hissederek çatılan kaşlarımla soludum. "Sen de bununla gurur duyuyorsun öyle mi?" Ellerimi çekiştirip önünde birleştirdiğinde kızgınlığımın yatışmasını umdum, duygusal değişimlerime hiç saygısı yoktu bu adamın. "Elbette bunun bir çocuk için yanlış olduğunun farkındayım ancak, kardeşini ezdirmediği için onunla çok gurur duyuyorum, tamam mı?" Yüzünde beliren küçük gülümsemesi sürerken gözleri dalıp gitti. "Onunla konuşacağım, söz veriyorum." İç çekerek ellerimi okşayan parmaklarını sıkıştırdım avuçlarıma. "Onunla gurur duyduğun kısmı söylemeyeceğine söz ver."
"Ne?" Dalıp gittiği rüyadan uyanarak soluduğunda kirpiklerimi kırpıştırdım. "Eğer bunu yaparsan arkanda olduğunu hissederek senden güç alır ve ona engel olmam imkansız hale gelir." Sıkıntı ve mızıldanma karışımı bir ifadeyle gözlerime baktığında bundan kesinlikle taviz vermeyeceğimi belirten bir bakış attım, şişirdiği yanaklarını indirir indirmez ayağa kalktı. "Peki, söz veriyorum ancak şunu bilmelisin ki," rahat oturmam için yaptığı sallanan sandalyemin kenarındaki sepete yürüdü ve örmeye henüz başladığım mavi bebek patiklerini havaya kaldırdı. "Bu yanlış renk, yerinde olsam bir kıza göre renk seçerdim." Dudaklarına götürdüğü mavi patiklerin üzerine birer öpücük kondurarak eski yerine bıraktığında ayağa kalkmıştım bile, ellerimi yakalayıp kendine çekiştirerek bedenime sarıldığında göğsünde nefeslendim, hala kendi kendine mırıldanıp duruyordu ancak duymak zordu. "Nereden biliyorsun?" diye sordum, beni duyduğundan bile emin değildim oysaki. "Ben bilirim," dudaklarıyla saçlarımı kutsayarak kıkırdadı. "Ilya, çok yakında aramıza katılacak."
Gözlerimi huzurla kapadım kollarında, o beni sallarken geçmişin tozlu sayfaları düştü omuzlarımdan. Koskoca yedi yılın bizden aldığı sadece günler değildi, ben büyümüştüm, Ajax büyümüştü ve sorumluluklar almıştık. Tam dört tane küçük sorumluluk.. Başımı kaldırıp gözlerine bakmaya çalıştığımda gördüğüm şey ile elimde olmadan gülümsedim, bana tepeden bakmasını dahası her an odaya dalacak çocuklarımızın endişesiyle kapmaya çalıştığı kaçamak öpücükleri veya sarılmaları seviyordum. O öylesine zeki bir esmerdi ki, hem beni hem de tepkilerimi son derece iyi biliyordu. Ancak, "Seni öpmeyeceğim." dedim ona. Bunu önemsemeyip ılık nefesini alnımın üzerinden saçlarıma soluyarak sordu. "Mutlu musun Hera?" Bunu bana yedi yıl boyunca her gün soruyordu, gözlerimi gözlerimin içine beklentiyle bakan elalarına çevirdim. Mutsuz olduğumuz günler olmuştu elbet, acı çektiğimiz, birbirimize sığındığımız. Ancak geçmişe dönüp baktığımda, o enkazın altından doğan yeni bir adam vardı karşımda. Bana güç olan, yeni bir Ajax. "Mutluyum." Boğazımda hiçbir zorlanma olmadan söylemiştim bunu. "Mutluyum çünkü sen varsın." Kalbim onun kalbine pamuk iplikleriyle bağlı değildi artık, bizi bir arada tutan görünmeyen zincirlerle örülüydü etrafları. Çok, çok güçlü zincirlerle.
Ve o gecenin sabahında güneş evimize yeniden doğdu, ben artık onun varlığına hapsolmuş genç bir kadındım, o ise ellerindeki kadının küçük kalbine en güzel değeri verebilecek olan adam. Ajax Petrovic. Benim, mırıldandığım yeni ilahilerin adıydı.
Herkese selam! Korkmayın bu bir final falan değildi sonu her ne kadar öyle hissettirse de. Sizler için tıpkı bu hikayeyi andıran güzel bir aşk hikayesi ile karşınızdayım, Mariposa:1867 lütfen, ilginizi esirgemeyin ve eğer gerçekten sevilirse ilk bölümü hemen yazacağım. Teşekkürler! ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.