Kocaman, yuvarlak banyo teknesinin içinde kaybolan adamı izliyordu gözlerim. Yattığım yerde huzursuzca kıpırdanarak belime kadar doğrulduğumda başını geriye, teknenin kenarına yasladı. Yeniden uzamaya başlayan saçları ensesinden dökülüp teknenin yüzeyini ıslatırken yattığım yerden doğrularak kollarımı iki yana açtım ve gerindim, günlerden sonra ciddi anlamda huzurlu bir uyku uyumuştuk ve bu beni mutlu etmişti. Uyuşan bacaklarımı hareket ettirerek yataktan çıktığımda uyandığımı anlamış gibi başını olduğum yöne çevirdi ancak ne kapalı gözlerini araladı ne de herhangi bir şey söyledi. Onun sessiz tavrına karşın adımlarımı ona yönelttim ve arkasına geçerek yapılı omuzlarını kavradım. Parmaklarım omuzlarının üzerindeki baskılarına başladıklarında bana huzur dolu, rahatlamış bir ses vererek gülümsedi. "Günaydın, Su Perisi." Yüzümde zaten var olan o küçük gülümseme büyüyüp kahkahaya dönüştüğünde konuştum. "Günaydın, aşkım. Söyler misin, su perilerine ne zamandır inanıyorsun?" Ona masaj yaparak rahatlatan ellerime uzanarak ıslak, sıcak ve geniş ellerini kollarıma dek kaydırdığında bakışlarımı aşağı indirdim ve bana tersten bakan meraklı bakışlarını izledim. "Gothel Ana çocukken bizleri etrafına toplar ve duyduğu efsaneleri anlatırdı, kaldı ki hepsi çok saçma şeylerdi." Tek bir kaşımı kaldırarak ona 'Emin misin?' bakışı attığımda gözlerini devirme ihtiyacı hissetti. "Pekala, bence çok saçmaydı, tamam mı?" Omuzlarını ovalamayı kesen parmaklarım başını kavrayarak sırasıyla alnına, burnunun ucuna, çenesine ve dudaklarına öpücükler kondurmam için bana destek olurken yakaladığı elimi çekiştirerek bedenimi kendi bedeninin yakınında tuttu, daha suyun içine girdiği anda ısınan bedenimin rahatlığıyla açtığı kollarının arasına büzüldüm. Burnunun ucuyla omzumu dolanıyordu, saçlarımı yana çekerek bunu yapmasını kolaylaştırırken dudakları girdi devreye. Gülümseyerek gözlerimi kapattığımda alnını saçlarıma dayamıştı. "Ivan." dedi ansızın, "Febree, Tobias ve Markus." Sessizliğe boğulduğumuz bir anda, aklına bir şey gelmiş gibi birden hareket etti. "Ah, tabi bir de Ilya." Çevreme dolanıp beni kendine hapseden kollarının arasında kıpırdanarak konuştum. "Tüm bu isimler de ne böyle?" Çevremden uzaklaştırdığı ellerinden biriyle kenarda duran küçük kovadan aldığı suyu başımdan aşağı boca ettiğinde hazırlıksız yakalanmıştım, o esnada Ajax, beni hayran bırakan bir şeyler mırıldanıyordu çünkü.
"Tüm bunlar çocuklarımızın adı." demişti beni yıkamayı sürdürürken. "Hepsini dün gece buldum." Saçlarımın uçlarından banyo teknesine akan bir parça köpüğü ellerimle yakalarken gülerek cevapladım. "Sen delisin." Saçlarımın arasında ustalaşan parmakları dolanırken, kendimi ona bırakıp gözlerimi yumdum, yeniden sıcak su ile buluşan saçlarımdan dökülen köpükler suyu daha da çok bulanıklaştırırken konuştu. "Yapılacak çok işim var, Hera." Eline yeniden aldığı sabunu kendi saçlarını köpürtmek için kullanırken gözlerinin kapanışını izledim. "Nasıl başardın bilmiyorum ama üzerine geçirdiğin topraklar çok işimize yarayacak." Gözlerindeki köpüğü temizleyerek hala sabunlu olan elleriyle göğsünü ve kol altlarını ovaladı. "Tabi, sen o toprakları bizlere bağışlarsan eğer." Tek gözünü açarak beni inceliyordu, yerimi bozarak kucağına tırmandığımda elleriyle belimi sarmaladı ve ben sıcak suyu başından aşağıya boca ederken gözlerini kapadı. "O topraklar benim değil, senin." Su ile birlikte alnına yapışan saçlarını geriye iterek görüşünü yeniden açtığımda elleriyle gözlerini ovalıyordu. "Ben sadece, babandan sana kalan toprakları geri aldım, o kadar." Ki, bu koca bir yalandı. Ajax'ın kendi bildiği gibi değildi olaylar. Onun baba olarak hayallerinde yaşattığı adamın ne kadar cesur olduğunu tahmin edebiliyordum ancak onun babası korkak bir adam olan Robert Petrovic'ten başkası değildi. Zavallı Ajax, diye geçirdim içimden. Eğer bunu öğrenirse yaşayacağı yıkımı düşünmek bile istemiyordum.
Hala gözlerine bakan gözlerimin içine gülümserken buldum onu, benim dalgın ve düşünceli ruh halimin aksine o eskisinden bile iyi, güçlü ve neşeliydi. Gözlerimin içine umutla bakıyordu, istekleri, idealleri olan genç bir adamdan beklenildiği gibiydi o. "Artık gitmeliyim, Su Perisi." Fısıltısını duyduğumda ona aynı anda aşk ve endişe dolu bakışlar attığımı fark etmemiştim doğrusu, o hala gülümseyerek bakmayı sürdürürken bir elimi yanağına koyarak ıslak kirpiklerinden dökülen su damlalarını izledim. "Biraz daha kalamaz mısın?" Kucağındaki yerimi sabitlemek için belime sarılırken fısıldadı. "Elbette kalabilirim, aşkım." Gülümsemesi büyürken dişleri çenemde küçücük bir iz bıraktı. "Ancak sadece beş dakikalığına." Başımı usul usul, onu anladığımı belirterek salladım ve kollarımı boynunun çevresine dolayarak sıkıca sarıldım. Gözlerim yatağın üzerindeki dağınıklığı izlerken zihnimin içindeki dağınıklık büyüdü ve yeni bir kaosun ilk yıkımlarını başlattı.
Ajax, gerçek ailesini hiçbir zaman bilmemeliydi.
Bilmeyecekti de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.