48

777 103 5
                                    

Fısıltı'nın üzerinde saatlerce yol aldıktan sonra Ajax'ın muhtemelen defalarca kez geldiği bir mağaranın girişine tırmandık, bu gerçekten zorlu bir yolculuk olmuştu ve engebeli arazi durmadan sarsılmamıza sebep olarak bizi yormuştu. Benimle konuşmuyordu, iletişime geçmek için her yolu denemiş olsam dahi beni umursamıyordu ancak yanımda olduğunu hissedebiliyordum. Bana ne kadar kırılmış olsa bile hala bir şekilde korumaya çalışıyordu bunu görüyor ve içten içe minnet duyuyordum.

Oturduğum kayanın üzerinden öğlene yaklaşan saat dilimiyle etrafı süsleyen çam ağaçlarını izlerken Fısıltı'nın eğerine astığı küçük bir örtüyü indirerek ucuyla omzuma vurdu, elbette yumuşak kumaş pek acıtmamıştı ancak benimle konuşmak istemediği için kaba olmayı seçiyordu. Ona hemen tepki vermediğimi fark ederek bir kez daha omzuma vurduğunda öncekinden daha sinirli göründüğünü söylemek mümkündü. "Yerden kalk." dediğinde sesinin aylardan sonra ilk kez bu kadar sert çıktığını fark etmiştim, elbette alınganlık göstererek saatlerce tek başıma oturabilirdim ancak karşımdaki Ajax'tı. Benim sevdiğim adamdı o, bunu hak ettiğini düşünmüyordum. İçimde ona karşı ufacık bir kırgınlık dahi barındıramazdım bu yüzden, yere attığı örtüyü çekiştirerek hemen yanına, onun oturduğu yere yöneldim. Ben orada yokmuşum gibi, cebinden çıkardığı sigara tabakasını açarak sararmış küçük bir kağıda tütününü doldurduğunda sesimi dahi çıkarmadan yanına oturdum ve başımı omzuna yaslayana dek ona sığınmak istedim. Benden uzaklaşmamış veya kalkıp gitmemişti, bu durumu fırsata çevirmek isteğiyle kolumu dizinin üzerine bıraktığı kolunun altından geçirip ona sarıldığımda hiçbir tepki vermemesi canımı yakmamıştı aksine, hala biraz olsun bana güvendiği için içim huzurla dolmuştu. "Tüm bu olanlar için üzgünüm Ajax." Kalbim onun kırık kalbi için gerçekten üzüntü ve keder yüklüydü, onu seviyordum ve yüzündeki o ifadenin sıkkın olması zoruma gidiyordu, Ajax'ın hiçbir zaman mutsuz olmasını istemiyordum, sırf bunun için çabalarken her şeyin birden bire mahvolması elbette kalbimi yoruyordu ancak elimden de hiçbir şey gelmiyordu işte, onun çocuğunu taşırken bile mutlu hissedemiyordum. Çünkü, Ajax mutlu değildi.

Başımı onun sıcacık omzuna yaslayarak koluna biraz daha sarıldım, yanında olduğumu hissettirmek istiyordum. Her şekilde hala bir arada olduğumuzu göstermek istiyordum ona, hala birlikte olduğumuzu ve gücümüzü göstermek istiyordum. Ancak, o bana dönerek öyle bir bakış attı ki, söyleyebileceğim her şey boğazımda düğümlendi. Gözlerinin beyazında toplanan iri tanelere önem vermeden gülümsemeye çalıştığında yanağını teğet geçen koca bir damla pantolonuna düştü. "Söylesene, Hera.." parmaklarının arasındaki sigarayı elini koyduğu kayaya bastırarak söndürdü. "Anne olmak, nedir?" Parmaklarım refleksel olarak yanağına dokunup o iri damlanın dağıttıklarını temizledikten sonra sakalsız, temiz yüzeyinde ufak daireler çizmeye başlamıştı. "Sevdiğin adamdan, dünyadaki herkesi ve her şeyi karşına alabileceğin tek kişinin sana verebileceği en güzel hediyedir." Parmaklarım yanağını bırakarak yüzünün yanına düşen bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırdığında bir süre öylece kalmayı tercih etti, bu yakınlık benim için çok büyük anlamlar ifade ediyordu, gözleri gözlerimdeyken, görmek istediğim yüze bakarken mutluydum ancak o yüzde mutsuzluğun çizgileri uyuyordu. Kırpıştırdığı gözlerini açık tutmaktan yorularak kapandığında boğazında oynayan küçük yumruya dalmıştım. "Biliyor musun, Hera." Alnını usul usul yanağıma yaslarken elini uzatarak çıkmaya başlayan karnımın üzerine bıraktı, parmakları tenimdeki şişliği sıkıyordu. "Onunla yer değiştirebilmek isterdim." Onun gibi, gözlerimi kapayarak bedenini kendime çektiğimde bir tüy tanesi kadar kusursuzca hareket ederek kucağıma yığıldı. "Onunla yer değiştirmek istememelisin, Ajax." Geriye düşen şapkasını çıkarıp kayanın üstüne atarken bana aşağıdan bakan gözlerine gülümsedim. "Üzgünüm ama, bebeğimi senden daha çok sevmiyorum." Avuçlarımın altındaki yanaklarını rahatlatıcı bir etki yaratmasını umarak okşarken biraz daha sakinleşmiş görünüyordu, onun ruhunun dingin olması, huzura ermesi benim için her şey demekti. Her şey.

"Bir anne çocuğunun yanındayken ona nasıl uzak olur Hera?" Geri döndü, diye geçirdim içimden. Ajax'ın içinde yaşayan ve acılarla bir köşeye büzülen çocuk tarafı yavaş yavaş gün yüzüne çıkıyordu işte. Onun merak içinde bu sorunun cevabını, kendi kafasındaki binbir türlü kötü düşüncenin yatışmasını istediğini biliyordum. Aklımın içinde bir yerde söyleyeceklerimi tartarken kalbini kırmaktan korkarak hareket ediyordum, ruhum acılar içindeki ruhunu onarmak isteği ile yanıp tutuşurken dizlerimin üzerinde yatan adam yerini değiştirerek yüzünü karnıma çevirdi. Parmaklarım halen yanağını okşuyordu, ondan uzak kalmak istememelerinin kalbimdeki hislerle bir bağı olup olmadığını düşündüm bir an. "Ajax," adını fısıldayarak elbisemin kumaşının üzerinden karnımda küçük şekiller çizen parmağını izledim. "Sevgilim, bazen insanlar bir şeylerden korkar, üzülür, acı çeker ve kaçma isteği ile ortadan kaybolurlar." Annesinin gitmesinin nedeninin ne olduğunu, Ajax büyüdükten sonra köye döndüğünü biliyordum ancak onun bilip bilmediğinden emin değildim yine de, bir şeyleri anlatmış olabilmeyi umarak tepkilerini seyrettiğimde onun da kaçışları olduğunu dile getirmek istedim fakat durup düşündüğümde, bunun onun canını daha çok yakmaktan başka bir işe yaramayacağına karar verdim. Şu an, bunu kaldırabilecek durumda değildi, tavırları bile yeterliydi anlatmak için.

"Herkes gidebilir, Hera. Kimseyi durdurmam. Ama sen.. Sen gitme, senin gitmene izin veremem.."

Lütfen, we ain't ever getting older için vakit ayırmaya çalışın! Teşekkür ederim!!! ❤️❤️❤️

the mask | zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin