Güneş tam tepedeydi ve havanın sıcaklığı ansızın yükselmiş gibi beni bunaltmıştı. Üzerimdeki pelerinin düğmelerini çözerken ona tutunmayı bıraktığım için bakışlarını arkaya doğru çevirdi. Düğmelerimi açmayı tamamlayıp yeniden ona sarıldığımda karnının üstündeki elimi tutarak dudaklarına götürdü. "İyi misin?"
"Sadece biraz sıcakladım." Yüzündeki gülümseme belli belirsizdi, konuşmak için dudaklarını aralarken gözlerim uzaktan görünen baca dumanlarına takıldı. "Köy diğer her yerden farklıdır Hera. Burada yaz ve kış diğer tüm yerlere göre erken gelir." Şapkasını geriye atarak ipinin omuzlarına düşmesini sağladığında başımı omuzuna yaslayarak soluklandım. "Dünyadaki en özel yer olmalı, öyle değil mi?" Düşünceli görüntüsünü bozmadan dudaklarını ıslattığını gördüm. "Aslına bakarsan öyle değildi." Duraksayarak etrafı kolaçan etmek adına dinliyormuş gibi yaptı. "Sen gelene kadar." Cevaplarıyla beni utandırıyor, söylenecek söz bırakmıyordu. Kızaran yanaklarımı görmediği için şanslıyım, ona bir cevap olması umuduyla yanağımı omzuna gömerken fısıldadı. "Geldik, Hera." Fısıltı'nın yönünü değiştirmeden dümdüz devam ettiğinde gittikçe daha çok büyüyen kalabalık bir kesimin sesi duyuldu. Korkmadığımı söyleyemezdim, ya da endişelenmediğimi. Bunca insanın neden bağırıp durduğunu bilmiyordum ancak köyün kapısından girdiğimiz anda onu gören herkes selamlıyordu.
"Geri döndünüz efendim!"
"Bakın! Efendi Ajax geri döndü!"
Fısıltı'nın etrafına toplanan çocukların hepsi gülerek Ajax'dan gelecek bir tepkiyi beklemeye koyuldular, onlara selam verip gülümserken büründüğü ifadeyi seyrettim, onun asil bir kandan olduğunu düşündürecek çok şeye sahipti benim için. Paltosunun kuyruğunu tutunan ellerimi çözmeden dengede durmaya çalışırken bağrışıp duran kalabalığa yaklaşarak atının üzerinden indi. Ellerim onun ardından kalan boşlukta sallanırken ne yapacağımı şaşırmış bir halde gözlerimin içine bakan insanları süzüyordum, ne çok insan vardı böyle. Endişeyle yutkunarak Ajax'dan herhangi bir tepki bekledim anacak o sadece benim endişeli halime gülümseyerek bakıyor ve Fısıltı'nın iplerini kalabalığın açtığı boşluğa doğru çekiyordu. Son anda tutmayı başardığım eğerler terli ellerime yapışırken gözlerim hala bana bakan insanları süzüyordu. Tepkilerinin ne anlama geldiğini çıkarmak zordu ancak kesin bir şey söylemek gerekirse köyün diğer kızlarının bu durumdan pek hoşlanmamış olduğunu görebiliyordum. Ajax'dan sonra bana attıkları yırtıcı bakışları ve ellerinde tuttukları mendillerine kendimi kötü hissederek baktım, ben onu kimseden çalmamıştım aksine, benim hayatım onun hayatına bir şekilde mahkum olmuştu. Elbette doğrudan beni kaçırdığını söylemem de doğru değildi, uzattığı eli tutan bendim.
Kavradığı belimi sıkıca tutarak beni yere indirirken doğrudan gözlerimin içine bakıyordu, tedirginliğimi hissettiğini biliyordum çünkü tutuşunu olabildiğince hissettirmeye çalışıyordu. Belimdeki elini çekmeden beni kalabalığın ortasına ittirirken Gothel Ana olduğunu tahmin ettiğim ve daha önce hiç görmediğim kadar güzel olan bir kadın beni yanına çağırdı, bu bir şaka falan olmalıydı, eğer köyün en yaşlısı bu kadınsa ben yaşamıyordum. Bu kadın en fazla kırk beş yaşındaydı. Adını bilmediğim ancak bugüne dek hiç görmediğim bir güzelliğe sahip bu kadın yana çekildiğinde arkasında beliren, görme engelli yaşlı kadını fark ettiğimde az önceki düşüncelerim hızla uçup gitti. Yaşlı kadın elini havaya doğru uzattığında Ajax arkamdan iterek ona yaklaşmamı sağladı, başım yaşlı kadının eline değer değmez konuşmak için dudaklarını araladı.
"Ajax'in alıkoyduğu kız sen misin yoksa?" Görme engelli olduklarını düşündüğüm gözlerini aralayarak yüzüme baktığında şaşkınlıktan dilimi yutmuş gibiydim, sessizlik devam ederken başımı usul usul salladığımda bana ince bir gülümseme sundu. "Adın ne senin, kızım?"
"A-adım H-Hera, efendim." Tedirginlikten buz kesilen parmaklarım ve titreyen sesimle konuştuğumda başımdaki elini yanağıma indirerek gözlerimin içine bakmayı sürdürdü. Gülümsemesi yaşlı bir bayanın gülümsemesinden çok küçük bir çocuğun gülümsemesi kadar yumuşaktı. "Ve siz de Gothel Ana olmalısınız?" diyerek sordum, tahmin etmek zor değildi ancak yaşlı insanları tebessüm ettirecek şeyler yapmayı severdim fakat tebessümünün kahkahaya döneceğini ve bütün köy halkını güldüreceğini bilemezdim. Elbette bunun sebebi Ajax'in beni öncesinden uyarmış olmasıydı çünkü başını utançla yere eğmiş ve Gothel Ana'nın sopa darbesinden son anda savrulmuştu. Gothel Ana gözlerini ikimizin arasında gezdirerek kahkahasını sürdürürken yanımıza yaklaştı ve ikimizin de yakaladığı birer elini tutarak onları üst üste koydu.
"Tanrı sizleri korusun, evlatlarım." Çaktırmadan parmaklarımı sıkan adamın gözlerine bakarken yüzündeki gülümseme büyüdü, elimde olsaydı ona şu anda sarılıp sonsuza dek öylece kalırdım ancak Gothel Ana onun da söylediği gibi bizi rahat bırakacak gibi durmuyordu. Koluma girerek beni çekiştirirken köyü galeyana getirecek sesiyle konuştu. "Hazırlıklar başlasın!" Kadınların oluşturduğu çemberin içine çekilirken Gothel Ana kulağıma fısıldadı. "Sen benimle geliyorsun kızım."
Gülümseyerek başımı sallarken gördüğüm son manzara, hala bana bakmakta olan nişanlımın köyün erkekleri tarafından defalarca kez havaya kaldırılmasıydı. Bu, şimdiye dek gördüğüm en güzel evlilik olacaktı..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.