Düşünceliydim, öylece uzanarak, hiçbir şey yapmadan düşünmek insana çıldırtacak gibi hissedince bile düşünmeyi bırakamıyordum bazen. Kafam çok doluydu ancak bana verdiği o öpücük çoktan bütün düşüncelerin yerini almıştı. Biz gerçekten öpüşmüştük ve bu basit bir şey olmamıştı.
Pansumanını değiştirmiştim, yatak çarşaflarını da öyle. Omuzlarına aldığı ince kazağına sarınarak ateşin önünde otururken hem düşünceli hem de gergin görünüyordu. Bir bacağını diğerinin üzerine atarken çenesi seğirdi. Beni yanına aldığı ilk gün üzerime giydiğim elbiseyi tekrar giymemi istemişti. Bana yerini gösterdiğinde vakit kaybetmeden, ısıttığım suyla banyo yapıp temizlenmiş, ardından da beni belki de kadınsı gösteren tek kıyafetle geri dönmüştüm. Şimdi alevleri izleyen bakışları üzerimdeki elbiseyi ve ıslak saçlarımı seyrediyordu. Gözlerini üzerimden tekrar alıp ateşe yöneldiğinde dudakları açılıp kapandı.
"Saçlarını yine o gün topladığın gibi topla Hera."
O gün saçlarımda bukleler vardı ve boynuma astığım saç bandıyla onları yarım toplamıştım. Bukle olması için saçlarımın kuruması gerekiyordu ancak bunu bekleyemezdim. Acele ederek saçlarımı toplarken o yavaşça yatağa geçti ve kendi tarafına uzandı. Şömineye attığım yeni odunlar tutuşurken tavanı izleyen bakışları donuktu. Küçük adımlar atarak yatağın bana ait kısmına yerleşirken gözleri üzerime çevrildi. Dizlerimin üzerinde emekleyerek yerimi bulana kadar ona sokulmam ilk defa problem olmamış gibi davranıyordu. Uzanıp başımı yastığa koyduğumdaysa, sağlam koluyla beni sağlam göğsüne çekmeye çalıştı. Başımı kaldırıp usulca üzerine yatarken hiçbir tepki vermiyordu. Sadece parmakları ıslak saçlarımı ayırıyordu o kadar. Bu hareketi beni mayıştırıp uykumu getirirken o uykuya direniyordu. Sonunda dalıp gittiğimde o henüz uyumamıştı.
Duyduğum bir ses üzerine uyanmıştım, Maske yanımda yoktu ve dışarıdan alışık olduğum bir ses yükseliyordu. Üzerime örttüğü koyun postundan kurtulup silkindiğimde evin önünde onu gördüm, sanki hiç yara almamış gibi iki eliyle birden kavradığı baltayı hırsla önüne dizdiği kütüklere indiriyordu. Parçalara ayrılan her bir kütüğün kaderini bir diğeri paylaşırken yerimden kalkarak kapının önüne çıktım. Omuzlarıma aldığım şal beni ısıtmazken, o yarasına ve üzerindeki incecik kazağa rağmen iyi görünüyordu. Ses çıkarmadığım halde beni fark ederek başını kaldırdığında yüzünde daha önce görmediğim bir morluk dikkatimi çekti. Yanına yaklaşmak istediğimde ona doğru bir adım attım ancak o yanımdan geçip giderek içeriye girdi. Dün akşamki öpücük zihnimde yer edinirken bugün ne olduğunu anlamaya çalışırken buldum kendimi, bir gece içinde neyin değiştiğini anlayabilmiş değildim ve sorsam bile cevap vermezdi. Aramızdaki şeyin güçlü bir bağ olduğunu söylemek için henüz erkendi.
Peşi sıra içeriye girdiğimde mutfakta ellerini yıkıyordu, ben yatağı toplamak üzere odanın ortasına yönelirken masanın üzerine dizdiği ve daha öncesinde fark etmediğim keselerden birini alıp kucağıma bıraktı. "Dene." derken gözleri yerdeydi. "Eğer olmazsa götürüp değiştiririm." Bir şeyler söyleyebilmek için başımı kaldırdığımda hızlıca uzaklaştı, nereye gittiğini görebilmek için onu takip etmekte zorlanmıştım. Yeniden sesler duyduğumda onun Fısıltı'nın yanında olduğunu anladım, elime tutuşturduğu keseyi açmak için heyecanlandığımı hissettim, boyama kitabı ve kalemler dışında bana ilk defa bir şey getiriyordu.
Kesenin içinden çıkardığım şey, uzun bir elbiseydi. Ayak bileklerime kadar uzanan boyu, bembeyaz rengini süsleyen mavi çiçekleri ve düşük omuzlarıyla gördüğüm en güzel elbiseydi bu. Etrafımda dönerek elbiseyi süzerken gözlerim pencere camının arkasından bana bakan gözlerine takıldı. Bir eli hala Fısıltı'nın başını okşarken elbisemi inceleyen gözlerine bakarak dudak hareketleriyle "Nasıl?" diye sordum. Bunu fark ettiği andaysa başını hızlıca yere eğerek bakmıyormuş gibi yaptı, sanki sadece gözleri dalmış gibi. Nedense bu beni üzmemişti, bu sadece gülümsetmişti çünkü bir şekilde benden çekindiğini düşünmeme sebep oluyordu.
O içeriye girdiğinde üzerimdeki elbiseyi çıkarmak üzereydim, bunu fark ederek elini havaya kaldırdı ve bana engel oldu. "Çıkarma, üzerinde kalsın." Bakışlarını yere indirerek utangaç gözlerini benden kaçırdı, zorlukla yutkunurken gördüm onu. "Yakışmış." dedi sessizce, sanki sesi bir anda kısılıp kaybolmuş gibiydi. Elimde kalan boş kese kağıdına bakarken dudaklarımı dişliyordum, bana böyle bir şey söylemesi yanaklarımı kıpkırmızı yapmıştı bile. "Teşekkür ederim." Aynı kısık ses benden çıkarken kapının arkasına astığı paltosunun cebinden çıkardığı bir şeyi yüzüme bakmadan bana uzattı. Bu, ona ilaç almak için sattığım annemden kalan bileklikti. Bu, yüzündeki morluğun sebebini de açıklıyordu.
"Yerde buldum," dedi ateşin önüne otururken. "Kaybetmemeye dikkat et." İkimiz de bunun yalan olduğunu biliyorduk. Ona yaklaşarak elimi omzuna koymak isterken, belinden hiç ayırmadığı çakısının artık orada olmadığını gördüm. Benim bilekliğim için, kendi çakısını feda etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.