40

848 111 32
                                    

Herkese merhaba! Bugün 19 eylül pazartesi ve 2016 2017 eğitim öğretim yılının ilk günü. Okulu başlayan herkese başarılarla dolu bir yıl dilerim! Bugüne özel olmak kaydıyla, sizlere double uptade yapmak istedim, umarım seversiniz! İyi eğlenceler!

Biraz dinlenmek için mola vermiştik. Brain hala arkasındaki Herriet'ı dikkatlice kavrayıp aşağıya çekerken ben Fısıltı'yı bağlıyordum. Gözlerim onun mavi gözleriyle buluştuğunda kaybettiğim ne varsa yeniden aklıma gelmişler gibi bir anda köpürerek üzerine saldırdım, onu tokatlayarak öldürmek istiyordum ancak Brain araya girerek onu arkasına aldı. "Bayan Petrovic!" Kolumu omzumun üzerinden uzatıp Herriet'a vurmaya çalıştıysam da başarısızdım. "Bayan Petrovic, lütfen!" Öfkeyle soluyarak gözlerimi Brain'in yeşil gözlerine çevirdim. "Sen buna karışma!" Islak gözleriyle gözlerime bakan genç çocuk beklemediğim bir hareketle ayaklarıma kapandığında kendimi şaşkınlıkla bir adım geriye çektim. "Lütfen efendim, lütfen onu bırakın! Karnında çocuğumu taşıyor!" Söylediği ile büyüyen gözlerimi Brain'in gözlerinden çekip Herriet'in gözlerine çevirdim, dudaklarım güçsüz düşmüş gibi kapanmış, dişlerim birbirlerine geçmişti sanki.

"Doğru mu bu?" Herriet gözlerimin içine ağlayarak bakarken Brain ayağa kalkarak Herriet'in ellerini tuttu. Sinirden dönen gözlerimle etrafı incelerken aylardan sonra ilk kez duyduğum sesiyle yeniden konuştu. "B-buraya geldiğim o günden sonra.. Brain ile sık sık görüşmeye başladık.. Ve.. Ve biz.." Ellerimi küçük bir borunun ucundan akan kar suyuna daldırarak gözlerime tuttuğumda aklıma gelen o şey ile ansızın konuştum. "Burada kalamazsınız." dedim Brain'i muhattap alarak. "Onu da al ve gidin, Brain. Bunca insanı evinden eden, onların hayatıyla oynayan bir insanı kimsenin köyde isteyeceğini sanmıyorum." Onlar gözlerimin önünde birbirlerine sarılırken ben sırtımı dönerek birkaç adım uzaklaştım, şimdi her şey öylesine karışıktı ki, işin içinden çıkılamaz bir hale girmişti. Zihnimi toparlayamıyordum, bitti derken başka şeyler çıkıyordu meydana. Saklanması gereken öyle çok sır, söylenmesi gereken öyle çok cümle vardı ki, doğru bir dengede tutulmazsa ortalığı hiç olmadığı kadar karıştırabilirdi.

Eh, bir de Ajax vardı tabi. Mesela tam da şu an, arkadaşının atının arkasında dört nala geliyordu ve oldukça sinirliydi. Hem de hiç olmadığı kadar.

Benden birkaç metre ötede inerek hızlı ve aceleci adımlar atarken boğazıma bir şey oturmuş gibi yutkunmaya zorladım kendimi. Az sonra olacakları düşünmek bile istemiyordum ancak o her şeyin cevabına sahipmiş gibi davrandığından içimdeki korkunun yok olması imkansız hale geliyordu işte. Ancak bu sefer öncekilere göre daha iyi hazırlanmış gibiydi çünkü yanağıma gerçekten beş parmağının izini çıkaracak kadar sert bir tokat atmıştı. Pekala, bunu hakediyordum. Haber vermeden gitmek, terör estirmek, ona uyku çayı içirmek, bunların hepsi birer suçtu elbette ama en kötüsü onun güvenini sarsmaktı. "Bu beni kızdırdığın için!" demişti o müthiş tokatın ardından. "Ve bu, kendi başına buyruk hareket ettiğin için!" demişti bir diğerini atarken. Canım yansa bile ağzımı açıp tek kelime etmeye hakkım yoktu, bana ilk kez vuruyordu ve bunu haketmiştim. "Bu, beni korkuttuğun için!" demişti sıradakini hazırlarken ancak ben cesaretlenip gözlerinin içine baktığımda havaya kalkan eli durmuş, vurup vurmama konusunda emin olamayan gözleriyle gözlerime bakıyordu. Elbette bana ne kadar kızgın olduğunu biliyordum, bunu görüyordum da ancak bütün yüz ifadelerinin bir anda değişerek öfkesinin yerini göz yaşlarının alması beklediğimin çok dışında bir tepki olmuştu. Dudaklarını ıslatmaya çalışıp gözlerini benden başka her yerde gezdirirken bunu ağlamasını engellemek için yaptığını biliyordum, kendini biraz olsun toparlar gibi olduğunda bütün gücüyle yeniden kükremeye başladı. "Beni çok korkuttun!" Dudaklarını ısırarak gözünden akan bir damlayı hızla sildi. "Beni.. Beni.. Beni çok.." Konuşmaya çalışması boşunaydı çünkü gözyaşları onun anlatmak istediklerini çok açık bir şekilde yansıtıyordu. Muhtemelen kızaran yanaklarım acırken kollarımı ona doğru uzatarak bana dayanmasını sağlamaya çalıştım, bana ne kadar kızarsa kızsın haklıydı ancak doğru olan buydu. Ben, kendime göre doğru olduğuna inandığım o şeyi yaptığım için pişman değildim. Sadece Ajax'ımı böylesine çok korkuttuğum için kalbim ağrıyordu. Acı çekiyordum, göz göre göre acı çekiyordum işte.

"Özür dilerim." Omzuma yaslanan başı ve belimi kavrayan elleri onun küçük ve korunaksız halini geri getirmiş gibiydi sanki, ellerim saçlarının içinden geçerek onları okşarken boştaki elimle sırtını sıvazlıyordum. "Özür dilerim Ajax." Bir kez daha fısıldadım ancak ondan aldığım tek yanıt, küçük bir hıçkırığın ötesine geçememişti. Doğrusu, beni böylesine çok sevdiğinden haberim yoktu. Başımı onun yaptığı gibi omzuna yaslayıp orada dinlenirken bir adım geriye çekilerek yüzümü ellerinin arasına aldığında gözlerimiz birbirleri arasında dolanıp duruyorlardı. Ürkek bakışları, içindeki tarifsiz korkuyla birleşince ona istemediği şeyler yaptırmıştı bunu görebiliyordum. Pişmanlığı, gözlerinin içindeki yansımam kadar parlak ve berraktı. "Lütfen bana yanlış bir şey yapmadığını söyle." dedi, gözleri Derrick'in alnıma sürdüğü kandaydı. Baş parmağı kızarttığı yanaklarımı okşamak için dokunduklarına yanan yüzümü değişen mimiklerimle belirttim. "Yapmadım. Yanlış hiçbir şey yapmadım Ajax." Göğsüme sıkıştırdığım saman kağıtlarını çıkararak avucuna bıraktığımda yer ayaklarımın altından çekilmişti. Kendimi gök ile yer arasında bir yerde sıkışmış hissederken ansızın çekilen kanımı hissederek onun omuzlarına tutundum. "Benim olan topraklar artık senin." dedim dudaklarımı ıslatırken. Bana dehşet içinde bakarken bacaklarımın bağı çözülmüştü adeta. Ve bu an, onu gün içinde son kez gördüğüm andı. Kollarının arasında, kararan gözlerimle yığılırken duyduğum son ses, adımı haykıran aşkımın sesiydi.

the mask | zmHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin