Kendi içimde bir savaş veriyordum, ona söylemeli miydim söylememeli mi? Zihnim karmakarışıktı dahası, düşünmem gereken öyle çok şey vardı ki kafamın içindeki yoğunluktan Ajax'a yardım bile edemiyordum. Kış yaklaşmadan kasabaya yerleşmeyi planladığını söylemişti bana, geri almayı başardığımız arsalara yıkılan evlerin yerlerine evler inşaa ederken köy ile kasabının arasındaki küçük bağı genişletmek için uğraşıyordu. Böylece, kendimizi kötü hissettiğimiz her an küçük köyümüze dönebilecek ve sevdiğimiz insanlarla güzel vakit geçirebilecektik. O, kasabaya şerif olmayı düşünürken ben küçük çocuklara okuma yazma öğretecektim. Güzel hayallerimiz vardı ancak içimdeki bu korku bana olmadık şeyler yaşayacakmışız gibi hissettiriyordu. O gün, içimdeki şüpheler doğru çıkacaktı belki de, istemediğimiz şeylerle karşılaşmak zorunda kalacaktık ve ben bunu istemiyordum. Artık hayatımıza müdahil olan ikinci ve üçüncü şahıslar yerine ikimizi ve yine ikimizin yaptığı çocuğu düşünmek istiyordum. Bunu o da istiyordu görebiliyordum ancak o da iyi biliyordu ki bunca insan Ajax olmadan hiçbir şeyi başaramazdı.
Yavaş yavaş kendini göstermeye başlayan soğuk havanın içime işleyen soğuğu ile elimdeki kovayı dikkatlice kavrayarak su almak için çeşmeye doğru yürüyordum, gözlerim uzaktaki Gothel Ana ve karşısına alıp konuştuğu Ajax'ı seyrederken içimde herhangi kötü bir şey yoktu, her şey gayet yolunda görünüyordu. Ne kadar konuştular, ne konuştular bilmiyordum ancak Ajax'ın fişek gibi fırlayarak eve girişini ve yine aynı öfkeyle, kolunun altına sıkıştırdığı bir bohçayla kayboluşuna tanıklık etmiştim. Gözlerimi kapatarak gökyüzüne doğru sitemkar bir nefes verdim, sorun onunla uğraşmak veya onun gibi şeyler değildi. Sorun, sıkıntılarını bana anlatmak yerine öfkeye kapılarak ortadan kaybolmasıydı ve bazen sırf bu nedenden ötürü beni deli ediyordu. Elimdeki ağır kovayı zar zor kavrayarak verandaya kadar taşıdığımda evimin önünde toplanan iki kişilik kalabalığı görmek zor olmadı, Gothel Ana'nın ellerine kapanarak ağlayan Bayan Ophelia'yı fark etmek de öyle. Onu anlayabiliyorum, hiç kimse çocuğundan ayrı kalmak istemezdi ancak o sabretmeye çalışmış, oğlu için dayanmıştı. Şimdi, Ajax'in bunu anlaması gerekiyordu ancak o bunun yerine kaçıp gitmeyi tercih ediyordu işte.
"Ne olur, oğlumu bana geri getir." demişti Bayan Ophelia. Ona karşı hissettiğim acıma duygum ağır basmıştı o an, ben de anne olacaktım. Daha şimdiden bile karnımdaki çocuğum için endişe duyarken onun biricik oğlundan yıllarca uzak kalmış olmasını saygıyla karşılıyordum. Keşke diyordum bir yandan, keşke Ajax'da bir şeylerin farkında olabilecek kadar güçlü olsa. Keşke biraz dirençli olsa ve olayları sakin bir şekilde karşılasa ancak o hiçbir zaman bu yolu tercih etmiyordu. Bunun yerine kolaya kaçarak öfkesini göstermeye çalışıyordu. Onu geri getirmem gerekiyordu ve bu sadece Bayan Ophelia için değildi, kendim için de burada olsun istiyordum. Bu yüzden yola çıktım, Fısıltı'nın güçlü bedeni üzerindeki çelimsiz bedenim sarsılarak patika yolu takip ediyordu, gittiği yönde başka hiçbir yol yoktu ancak ormanı tercih ettiyse bu gerçekten kötü olacaktı benim için. Ormana giremezdim, girsem bile çıkamazdım çünkü korkuyordum. Sorun karanlık olması değildi, sorun-
"Hera?" Bakışlarımı adımı duyduğum yöne çevirmem ile atın üzerinden inmem bir olmuştu, bana bakan ela gözlerini uzaktan bile seçebiliyordum. Endişe yüklülerdi, korkmuş görünüyorlardı ancak daha kötüsü kederle doluydular. Bana defalarca kez uyarılarda bulunmasına karşın ona doğru koşarken elindeki bohçayı yere atarak bedenine yapışan bedenimi sarmaladı. "Seni çok merak ettim!" Sitemle dolu çıkan sesime karşılık verdiği tek tepki ölü bir bedenden yükselen ölü bir ses kadar hissizdi. "Seni göremeden gitmekten korkuyordum ancak.." Bedenimden biraz uzaklaşarak gözlerimi görebileceği mesafeye geriledi. "Ancak buradasın." Uzun ve zarif parmakları önüme düşen saçlarımı geriye atarken gözlerim gözleri arasında büyük bir mücadele veriyordu. "Nereye gidiyorsun Ajax?" Bana buruk bir tebessüm vererek omuz silkti. "Bilmiyorum, belki bir gün belki bir hafta belki bir ay.. Ama söz veriyorum, sana geri döneceğim." Başımı iki yana sallayarak kendilerini belli eden göz yaşlarımı gizlemeye çalıştım ancak boşunaydı. "Bir ay, öyle mi? Senden bir dakika bile ayrı kalamazken bir ay geri dönüşünü bekleyeceğim. Peki ya çocuğumuz?" Elini tutarak karnıma bastırırken dudaklarım titriyordu. "Beni düşünmediğini görebiliyorum ancak sen baba olacaksın, Ajax."
"Eve dön, Hera." Adımı vurgulayarak söylerken boştaki elinin avucu ıslak yanağımı okşuyordu. "Ben zaten evindeyim." dedim ona, anlamasını umuyordum. "Benim evim, senin yanında." Söylediklerime aldırmıyormuş gibi iki parmağını dudaklarının arasına sıkıştırarak uzun ve sesli bir ıslık çaldı, Fısıltı'nın bu sesi tanıdığını biliyordum, taze otları kemirmeyi bırakıp dört nala koşmasından bile belliydi bu. Bir an için, benimle geleceğini umsam da bedenimi kaldırıp atın üzerine yerleştirdi ve onu muhattap alarak atının burnunu okşadı. "Hadi Fısıltı, kızımı sapasağlam bir şekilde eve götür." Gözlerimin içine kararlı bir şekilde bakan gözlerine kendi ıslak gözlerimle bakmaya devam ederken kısık bir sesle konuştum. "Ajax, lütfen." Başını iki yana sallayarak elimi yakaladı ve dudaklarına götürdü, bu esnada aklıma gelen yeni bir fikirle tekrar konuştum. "Ben de seninle geleceğim." Gözlerini süsleyen kaşları çatıldığında bundan dönmeyeceğini anladım, hislerime bile saygısı yoktu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. "Eve dön dedim, Hera." Yüksek çıkan sesiyle olduğum yerde kalakalmış, onun bohçasını yeniden eline alarak hızla uzaklaşan adımlarını izlemeye dalmıştım. Tam geri dönüp köye gitmeyi düşünüyordum ki, aklıma gelen bir fikirle yüzümdeki gülümseme büyüdü, Fısıltı'nın eğerlerine asılarak yeniden ona, Ajax'ıma sürdüm. Elbette bundan hoşlanmayacaktı ancak ben son bir defa da olsa şansımı deneyecektim işte. Atın sesini duyduğunda bundan hoşnut olmamış gibi arkasına sert bir bakış attı, beklediğim bir hareketti bu ancak konuşmasına izin vermeden ona elimi uzattım. Sırtındaki küçük bohçanın yerini değiştirerek gözlerimin içine anlam vermeye çalışır gibi baktı, bu hareketi tanıyor olması gerekirdi oysa ki. Bu, beni alıp götürdüğü zaman ona izin vermemin bir işaretiydi, ona itaat etmemin, ona aşık olmamın bir işaretiydi. Ben onu böyle kabul etmiştim, elimden tutup götürmesine izin vererek. O da beni böyle kabul etmeliydi çünkü onu, hep istediği şekilde buradan götürecektim. "Benimle gel," dedim ona, bu sefer ikna edici olmayı umuyordum. "Eğer gelmezsen ve yine bebeğimi kaybedersem, bundan seni sorumlu tutarım, aşkım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.