Beni izliyordu. Banyomu yapmış, en güzel elbisemi giymiş hazır bekliyordum. Dışarıdaki kırık sandalyeye tüneyerek kendi parmaklarıyla sardığı tütününü içiyordu. Üzerime aldığım şalın üstüne geçirdiğim paltoya sıkıca sarınarak yanına ulaştığımda ilk önce varlığımı fark etmedi, ben de bu esnada o baygınken parmağına geçirdiğim babama ait evlilik yüzüğünü süzüyordum. Bunu fark etmemiş olması imkansızdı çünkü birkaç kez onu çevirdiğini görmüştüm ancak bu konu hakkında hiç konuşmamıştık. Sanırım bu bir şekilde hoşuna gitmişti çünkü o günden sonra bana çok daha yakın davranıyordu. Annemin yüzüğünü taşıyan elimle omuzuna dokunarak irkilmesene sebep oldum, bakışlarını tamamen çevirmeden olduğum yöne baktı.
"Ben hazırım." Ağır ağır başını salladı, ya kötü bir şeyler hissediyordu ya da içi hiç rahat değildi bilmiyordum ancak ben bir şey olmayacağından emindim. Sadece gidip amcamı görecek ve akşam olmadan geri dönecektim. Bunu neden zorlaştırıyordu anlamıyordum. Elimde tuttuğum ve her daim kullanmak zorunda hissettiği maskesini ona uzatırken parmaklarımız birbirlerine değdiğinde bir süre öylece kaldı, parmakları parmaklarımı sarmış bırakmakta güçlük çekerken gülümseyerek uzun saçlarını okşadım. "Söz verdiğim gibi, akşam olmadan sana döneceğim." Tatmin olmamıştı, beni dinlemiyor sadece ahıra doğru yürüyordu. Sıkıca sarındığım şalımı düzeltirken Fısıltı'yı ahırdan çıkardı ve verandanın biraz ötesine çaktığı kütüğün üstüne çıkarak ayağını atın eğerine geçirdi. Fısıltı'nın üzerinde ne kadar görkemli durduğunu düşündüm, paltosu atın tüylerine yayılırken yapılı vücudu ve kafasına taktığı fötr şapkasıyla gözlerimi dolduruyordu. Maskesini yüzüne geçirip arkasını bağladıktan sonra bana yine o gün olduğu gibi elini uzattı, parmaklarım ansızın buz kesmişti. Sanki onun elini ilk kez tutuyor onunla ilk kez gidiyordum. Tıpkı o ilk gün gibiydi her şey.
Biçimli parmaklarını tutunarak beni yukarıya çekişini, hemen ardından belime sarılışını ve bedenimi atın üstüne alışını hissederken üşümüyordum. O bütün hisleriyle beni ısıtıyordu sanki, ondan gerçekten güçlü bir çekim alıyordum. Beni önüne aldığı için kucağına oldukça rahat yerleşmiştim, neredeyse kollarının arasında olmak beni güvende tutuyordu ancak kafamı karıştıran bir şey vardı, bunu ona sormak isterdim ancak vereceği tepkiden korkuyordum. Yine de, atın yönünü belirleyip kafamdaki yoldan ilerlediğinde derin bir soluk verip nefesimin soğukla uçuş gidişini izledim.
"Kasabadan geçmek zorunda mıyız?" Bu düşünce beni geriyordu, birlikte yaşadığımız doğruydu ancak aramızdaki şeyin bir adı yoktu. Bu küçük kasabada insanların vereceği tepkilerin ne olacağını Tanrı'dan başka kimse bilemezdi ancak taşlanacağımızı biliyordum. Bu kasabada yaşayıp zinaya bulaşan bütün diğer insanlar gibi bizim sonumuz da ölüm olacak gibiydi. "Bu düşünse seni korkutuyor mu Hera?" Sorusuyla çekimser bir bakış attığım gözleri doğrudan kasabaya bakıyordu. "İnsanların hakkımızdaki düşüncelerini bilmiyoruz, sence korkmamalı mıyım?" Fısıltı'nın iplerini geriye çekerek onun durmasını sağladığında tepkisinin beklediğim kadar sert gelmemesi için içimden dua ediyordum. Az önce kasabaya bakan gözleri şimdi doğrudan benim gözlerime bakıyordu. "Yanında ben varken sana kimin dokunabileceğini düşünüyorsun? Sence buna izin verir miyim Hera?" Gözlerini kırpıştırarak benden bir cevap beklerken sessiz kaldım çünkü ona verebilecek iyi bir cevabım yoktu, aksine, içimi okşayan cümleleriyle yarışacak kadar değerli bir şeyler söyleyemezdim.
"Biz birbirimize sahipken onların ne düşündüğü neden umurumuzda?" Gözleri hala sorarcasına gözlerimi incelerken onun sinirlendiğini hissedebiliyordum, belki bana değildi ama sinirlendiği bir şeyler vardı. Sessiz kalmaya devam ederek göğsüne sokuldum ancak bu bir cevabın yerini doldurmuyordu. "Üzgünüm." Fısıltım henüz başlayan kar yağışının arkasından gelen sessizlikle daha belirgin çıkmıştı sanki ancak o bunu duymamış gibi yaptı. Atı yeniden sürmeye başladığında bir elindeki ipi bırakıp göğsündeki bedenime yaklaştı ve eliyle belimi sarmaladı. Bu bir çeşit, 'özürün kabul edildi' deme şekliydi onun.
Ancak işler her zaman düşüncelerimizin aksine hareket ederdi. Daha kasabaya girdiğimiz anda insanların üzerimize çevirdiği o kötü bakışları beni rahatsız ederken kucağına biraz daha büzüldüm ancak o insanları umursuyor gibi görünmüyordu. Belimdeki elini sıkılaştırarak bana güven aşılamaya çalıştı, parmaklarım parmaklarını aradığındaysa ihtiyacımı karşılamak için elimi tutmuştu. Kasabasın dışına çıkana kadar gergin davrandığımı ancak amcamın köşküne giden yola saptığımızda farketmiştim. Tok ve kendinden emin bir sesle konuşmaya başladığında gerginliğim büyümüştü, amcamın yanımda onu görmekten hoşlanmayacağından emindim. "Rahatla Hera. Ben yanındayım."
Fısıltı'yı köşkün önündeki küçük ağacın yanına yaklaştırarak aşağıya indi, hemen ardından uzattığı elleri belimi kavrayarak beni aşağı çekerken kollarına tutundum. Maskesinin açıkta bıraktığı tek şey gözleri olduğundan ilgim sadece onlardaydı. Uzun bir süre transa geçmiş gibi kollarını tutunarak öylece kaldım, onu bırakmak hiç içime sinmiyordu ancak amcamı görmek zorundaydım. Gülümsemeye çalışarak gözlerinin içine baktım. "Merak etme, en kısa zamanda sana geri döneceğim." Gözlerinde dolaşan kararsızlık bulutlularına anlam yüklemek zordu, bakışlarındaki tedirginlik beni rahatsız ederken sırtını eve vererek yüzünü sadece benim görebileceğim bir şekilde tuttu ve maskesini aşağıya çekti. Boynunda toplanan kumaş parçasına bakarken siyah eldivenle kapattığı parmakları çenemi kavrayarak sıcak dudaklarıyla içimi ısıttı. Öpücüğünden kurtulmak istedikçe büyüyen sert dokunuşlarıyla elimi göğsüne koyarak onu uzaklaştırdım ancak dudaklarını çekmek yerine dudaklarımın üzerine gülümsediğinde bakışlarım yelpazeyi andıran kirpiklerinin koruduğu gözlerine kaydı.
"Heyecanla dönüşünü bekleyeceğim, Hera."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.