Bir sonraki bölüm, +40'dan sonra gelecektir. Ve lütfen, uzun yorumlarınıza ihtiyacım var..
Gün ağarıyordu. Ortalık yeni yeni aydınlanırken üzerimde yatan adamın saçlarını okşuyordum. Gideceğimizi sanıyordu, ona böyle söylemiştim ancak gidemezdik. Bunca insanın umutları bize bağlıydı, bizim yüzümüzden yaşadıkları yerleri terk ederek bu çetin şartları, dağları seçmişlerdi. Onlar Ajax'e güvenmişti, yüz üstü bırakılmayı hak etmiyorlardı.
Sıcaklığımdan ayrılan sıcaklığını, sıkıca tuttuğum başını karnımın yerine koyduğum yastığa bırakırken içten içe pişmanlık duyuyordum. Sırf uyuması için ona papatya, sarı kantaron ve kediotunu karıştırdığım bir karışımı içirmiştim. Şimdi saatlerce uyuyacaktı ve belki de, uyandığında ben olmayacaktım. Yorgunlukla kapanan gözlerini uzun bir süre açmayacağı belliydi, derin uyuyordu ve şimdiden üzerini açmıştı. Üşümemesi için battaniyeyi bedenine sararken küçük bir nefes verip dudaklarımı zeytinyağı kokan saçlarının arasında dolaştırdım. Dudaklarım saçlarından sakallarına, çenesine dokunurken gülümsememi büyümüştüm, gitmeye hazırdım sanırım.
Düşük omuzlu, mavi elbisemin üzerine Ajax'ın benim için aldığı pelerinimi geçirerek boğazımın üzerinde birleştirdim. Ona son bir defa bakarak, huzurla uyuyan bedenimi ruhuma çektim ve gülümseyerek fısıldadım. "Söz veriyorum, geri döneceğim aşkım." Yatak odasının kapısını kapatarak arka odaya yöneldim, burada sadece gereksiz eşyaları depolar ve Ajax'ın silahlarını saklardık. Her şeyin yerini bildiğim için Ajax'ın tüfeğini yerinden çıkardım ve ipini boynuma asarak omzumda çaprazladım. Eğer istedikleri buysa, her şeyi bozan ben isem gidecek olan da, yanlışları düzeltecek olan da bendim. Bunu onlar istediği için değil, Ajax'ın kendini kötü hissetmemesi için yapacaktım. Aşkım için, aşkımızın sürebilmesi için.
Evimizin kapısını dikkatlice kapatarak sabahın bu erken saatinde kimseye görünmeden ahıra ilerledim, Fısıltı bugün Ajax yerine bana eşlik edecekti. Ahıra girdiğim an bunu anlamış gibi huzursuzca yerinde kıpırdanıp kişnediğinde elimi Ajax'ın yaptığı gibi burnunun üzerinde gezdirdim. "Sakin ol oğlum, benim." Sesimi aldıktan çok kısa bir süre sonra burnunun ucuyla yanağımı dürttüğünde gülümsedim. "Bugün sana ben eşlik edeceğim canım oğlum, babamızın biraz uyuması ve dinlenmesi gerekiyor, beni anlıyor musun?" Küçük sesler çıkarıp burnunu omzuma dokundurduğumda dudaklarımı yüzüne kondurdum. "Artık yola çıkmalıyız." Eğerini çözdüğüm kazıktan kurtararak elime doladığımda ses çıkarmadan, uslu bir şekilde beni takip etti. Yerleşkemizin dışına kadar üstüne binmeyecektim, eğer toynakları ses çıkarırda birini uyandırırsa Ajax'e haber verir ve gitmeme engel olurdu. Sadece bu ihtimal bile beni yeterince korkuttuğundan yerleşkemizin çok dışında, köye yakın bir yerde Fısıltı'nın sırtına çıkma cesareti gösterebilmiştim. Yolumuzun uzun olduğunu hesaba katarak acele etmek isteği ile hızlı davranıyordum ancak bu, köye varana kadar sürdü. Bir zamanlar ev olarak yaşadığımız küçük yapı, diğer evler, Ajax'ın esas işlerini yönettiği kulübe.. Hiçbiri. Hiçbiri ayakta kalmayı başaramamıştı ve köy tamamiyle küllerle çevriliydi. Her yerde acı vardı, ateş vardı, çığlıklar vardı..
Gözlerimi kapayıp düşen birkaç damlayı önemsemeden hala is kokan binalardan yükselen soluğu çektim içime. Eğer Ajax bunu gördüyse neden hala bırakıp gitmek için ısrar ediyordu? Bunca insanın yardımımıza ihtiyacı olduğunu, kendisinin iyi bir lider olduğunu göremiyor muydu? Başımı iki yana salladım. Sadece birkaç ay mutlu günler geçirdiğim topraklar şimdi yerle bir olmuştu. Bunun hiçbir mantıklı açıklaması olamazdı, bu vicdansızlıktı. Kalpsizlikti. Fısıltı'nın eğerlerini çekiştirerek köyün atmosferinden hızla soyutlanmaya çalıştım, eğer daha fazla burada kalırsam depreşen her anımızla zihnim daha çok dolacak, kalbim daha çok acıyacaktı. Atımızın hızını arttırarak köyün biraz dışında kalan, Robert Petrovic'in malikanesine kadar hiç durmadan sürdüm. Bu işi bitirmek zorundaydım ve bugün bitecekti.
Bitmesi gerekiyordu artık.
Parmaklarım hala eğerlerinin deri yüzeyini kavrıyorlardı, malikanenin girişinde inerek Fısıltı'yı gözden uzak bir yere bağladım, onun varlığını fark ederlerse ateş açacaklarını biliyordum. Beni öldürebilirlerdi ancak Ajax buraya varıp cesedimi bulduğu an olacakları düşünmek bile istemiyordum. Bu evi başlarına yıkardı. Sırtımdaki tüfeği indirip omzuma aldığımda kapının önüne çoktan ulaşmıştım, ayağımla vurduğum kapının açılmasını beklerken tüfeği doğru bir şekilde tutmak için çabalıyordum. Elbette sabahın bu erken saatinde üzerine silah doğrultulan her insanın yapacağı gibi çığlık çığlığa bağıran bir Herriet ve arkasından gelen kardeşi ile babası beklediğim yegane şeydi ancak, Robert Petrovic buna hazırlıklı gibi duruyordu. Derrick kız kardeşini sakinleştirmek için uzaklaştırırlar Robert bana çalışma ofisinin olduğu tarafı gösterdi, beynini dağıtacak olmamdan korkmuyordu sanırım. "Ne istediğimi bildiğini varsayıyorum." dedim bir zamanlar amca vasfı taşıyan adamın gözlerine bakarken. "Beni oyalamamanı umuyorum, Robert Petrovic." İhtarım ile ellerini iki yana kaldırarak önümden çalışma odasına doğru yürüdü ve kapıyı ayağıyla açtı. O çalışma masasına kurulurken tüfeğimi kucağıma alarak başımdaki başlığı çıkardım. "Benden ne istiyorsun Mona?" Gözlerinde yeni yeni belirmeye başlayan korku tanecikleriyle sorusunu sorduğunda tüfeğimi yeniden ellerime aldım.
"Babamdan kalan tüm toprakları, Ajax'ın yaşadığı köyün arsalarını benim üzerime geçireceksin." Gözlerindeki korku dolu ifade hızla silinip yerini alaya bıraktığında terleyen ellerimle tüfeğimi tutmak zorlaşıyordu. "Hah, bunu gerçekten yapacağımı düşünüyor musun yani?" Kollarını göğsünde kavuşturup gerçekten umursamıyormuş gibi davranınca soğuyan ellerimle tuttuğum tüfeği havaya kaldırdım ve tavana doğru bir el ateş açtım. "Bir kere söylüyorum, eğer benim anlatım biçimimden hoşlanmıyorsan, Ajax'ı çağırabilirim, amca." Yüzüne anlık yerleşen gülümseme geldiği gibi yok olurken tavandan sallanan kurşunla birlikte dökülen birkaç parça alçı çalışma masasının üstünü kirletmişti. Yerinden kalkarak dolaplarını hızla kurcalamaya başladı, bu esnada içeriye giren Derrick korkuyla gözlerime bakıyordu. "Yaklaşma!" Tüfeği onun üzerine tutarak geri çekilmesini sağladıktan sonra Robert Petrovic'in kağıtları imzalaması ve mühürlemesini bitirmesini bekledim, bu iş bittiğinde kendi evimizde kendi topraklarımızda yaşayacaktık. "Sadece bu malikaneyi, sana vaat edilen yeri alabileceksin, babamın topraklarını senden alacağım!" İmzaladığı ince saman kağıtlarını ellerinin arasında, titreyerek tutuyordu. Tüfeğimi indirmeden onları alarak göğsümün içine sıkıştırdım, eğer onlar kaybolursa hiçbir şeyi kanıtlayamazdım. "Çok yakında," Boğazımı temizlemek için duraksayarak gözlerime şaşkınlık içinde bakan adamın gözlerine kustum öfkemi. "Çok yakında geri döneceğiz ve sen istesen de istemesen de, burnunun dibinde yaşayacağız. Bakalım o zaman ne yapacaksın, Robert Petrovic?" Tüfeğime yeniden sarılarak çalışma odasından çıktım, ne Derrick ne Herriet ne de bir başkası bana engel olmamıştı, olamazlardı da zaten. Kapının ucunda vardığımda hala şaşkınlıkla gözlerime bakan adama kükreyerek konuştum. "Ajax gibi bir adamın senin gibi bir babası olduğu için utanıyorum!" Silahımı vakit kaybetmeden sırtıma asarak Fısıltı'nın yanına ulaştığımda gözlerim gördüğü şeye inanmak için kendilerini zorladılar, Herriet Brain'in atının üzerinde ne arıyordu? Brain neden buradaydı? Yoksa Ajax'a haber mi vermişti? Ağzımı açıp Brain'ne sorularımı yöneltecektim ki, malikanenin avlusundan yükselen silah sesi hepimizi o yöne çekti, Brain'in arkasına sinen ve ona sarılan Herriet sessizce ağlamaya başlamış, Brain başını yere eğmişti ve Derrick öfkeyle yerde yatan cesedin başına dikilmişti. Fısıltı'nın eğerlerini kavrayarak kısa bir anda kan gölüne dönen avluya ulaştığımda Derrick yerdeki kana baş parmağını dokundurdu ve atımın iplerini çekiştirerek eğilmeme sebep oldu. Gözleri gözlerimi delip geçerken yaptığı şeyden pişman olmamış gibi, babasının kanıyla yıkanan parmağını alnıma sürerek geriye çekildi.
"Kardeşime, Ajax'e özürlerimi ilet, Hera."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.