Derin bir nefes aldım, ciğerlerimin hareketiyle hareket eden başı ve nemli saçları tenimi gıdıklamıştı. Gözlerim hala ateşin önündeki teknedeydi, birinin kalkıp içindeki sabunlu suyu dökmesi gerekiyordu ancak çok üşeniyordum. Henüz banyo yapmıştık fakat ikimizin de kolunu kıpırdatacak hali yoktu bu yüzden göğsümdeki başını oynatmadan saçlarını okşuyordum. Uzun kirpikleri neredeyse düzenli ritimleri takip ederek kapanıp açılırken gözlerimle hareketlerini süzüyordum. Dalgındı, odanın içindeki bir yeri dakikalarca izledikten sonra aklına geliyordu gözlerini kırpıştırmak. Karnımın üzerine tüm ağırlığını verdiğinde yatmak pek kolay değildi ancak katlanıyordum, o böyle istiyorsa, sırf doğru yatmadığı için yataktan sarkan bacaklarını önemsemiyorsa benim için hava hoştu.
Üzerimden kalkarak yatakta doğrulduğunda parmakları elimi arıyordu, ona elimi uzatarak beni kaldırmasına izin verirken gözlerimin içine öyle keskin ancak güzel bir ifadeyle bakıyordu ki, bakışlarımın hızla yayıldığını hissetim. Beni kendine nasıl aşık etmesi gerektiğini iyi biliyordu. Tavırlarımı nasıl yumuşatacağını, beni nasıl tava getireceğini biliyordu. Yüzümdeki gülümsemeyle ona bakarken yakaladığı belime sarıldı. "Yatağı topla ve beni bekle, hemen dönerim." Ona başımı sallayarak elime tutuşturduğu korseyi giymeye uğraşırken banyo teknesini kucaklayarak kapıdan dışarıya çıktı. Ellerim arkaya uzanıp korsemin iplerini çekiştirirken gözlerim elbisemi arıyordu. Üzerime geçirdiğim kumaş üşüyen bedenimi ürpertirken ellerim yatağı toplamak üzere çarşaflara dolanmıştı. Temizlerdi, yeni çarşaflara ihtiyacım yoktu bu yüzden güzelce düzenlediğim çarşafların üzerinde tek bir kırışıklığın kalmamasına özen göstererek toparladım. Bu esnada tembel adımlarla mutfağın önünden geçerek arka odada kiler olarak kullandığımız küçük yere banyo teknesini bırakışını bekledim. Geri döndüğünde çoktan sönmüş olan ateşin küllerini temizliyordum. Ellerime bulaşan isi yıkamak için odadan ayrılırken o gömleğini üzerine geçiriyor ve sırayla düğmelerini kapatıyordu. Ben gelene kadar yatağın bir ucuna oturmuş ve ayaklarının dibine küçük bir tabure yerleştirmişti. Gözleriyle gözlerimin içine bakarak elinde tuttuğu küçük bir kutuyu gizleme ihtiyacı hissetti ve yüzüne kendini zorlayarak güzel bir gülümseme kondurdu. Ona minnettardım, en azından deniyor ve fark etmese bile başarıyordu. "Buraya gel, Hera." Eliyle ayaklarının önünde tuttuğu tabureyi işaret ederek oturmamı istediğinde elbisemin eteklerini elimde topladım ve gösterdiği yere oturdum, belime değen saçlarım oturduğum bu küçük tabure yüzünden neredeyse yere değiyorlardı ancak Ajax buna izin vermedi. Dizlerinin üzerine yaydığı saçlarımı karıştırırken gözlerimi kapatarak içimi gıdıklayan bu hissin iliklerime işlemesini sağladım. Saçlarımın diplerindeki o çekilme hissi gülümsememe sebep olurken parmaklarının yerini alan yabancı bir nesneyle duraksadım, bu şey her neyse iyi geliyordu ancak onun parmaklarını tercih ederdim. Elindeki şeyi bırakmadan, saçlarımda gezdirirken dudakları başıma kondu ve konuşmak için aralandılar. "On sekizinci yaş gününe geldiğinde annen sana bunu kendi elleriyle vermek istediğini söylerdi hep." Saçlarımın içinden geçirdiği ve artık tarak olduğuna emin olduğum şey kayıp giderken başımı önüme eğerek bana eskileri anlatışını dinledim. Ajax bunu ne zaman yapsa kendimden geçiyor ve sanki o anları yaşıyormuşum gibi hissediyordum. Saçlarımı usul usul tarayarak düzeltirken işini bitirerek tarağı avuçlarıma uzattı. Üzerinde adımın yazdığı kabartmalarda parmaklarımı gezdirirken soludum. "Ne kadar da çok.. İsmim varmış." Gözlerim Hera Ramona'nın yanındaki bir diğer ismi okurken günlerden sonra ilk kez gerçekten bir gülüş sergiledi. "Adeline, senin adın değil küçüğüm." Saçlarımla oynamayı keserek yatağın üzerine attığı kutunun içinden ses yapan bir şeyler çıkardı. "O annenin adıydı." Yanağımı kapatan saçlarımı çekiştirerek arkaya aldığında gözlerimden ansızın düşen bir yaş ile titrek bir nefes aldım. Onları hiç görmemiş olmak acı vericiydi, daha acı olan ise onların yanımızda olmayışıydı. Ajax bana bunları hissettirmemek için elinden geleni yapıyor ve başarıyordu da ancak her şeye rağmen bir şeyler eksik kalıyordu işte. Onların yerini tamamen dolduramazdı bu mümkün değildi.
"Bu amcam Balian'dan." Boynuma kondurduğu soğuk metal ile irkilerek kolyeyi çekiştirirken yüzümdeki ifade yerini meraka bıraktı. Ellerim bu küçük, küçücük kolyenin kalp deseni işlenmiş düz plakasına dokunurken arkasında yazan ifade ilgimi çekti. Gözlerim neredeyse silik olan yazıyı okurken zorlanmışlardı. "Sonsuza kadar sana şans ve mutluluk getirmesi dileği ile. Baban." Gözlerim yeniden dolmaya başladığında bunu fark ederek üzerime eğildi ve omuzlarımı kavrayarak sırtımdan öne doğru uzandı. "Hera.." Adımı yanağıma fısıldadığında sımsıkı kapattığım gözlerim yüzümden onu göremiyordum, dudaklarımı ısırıyordum aynı zamanda, ağladığımı görsün istemiyordum ancak o bunun farkındaydı. Farkındaydı ve karışmıyordu. "Hera Ramona.." Tam adımı seslendiğinde bile gözlerimi açacak halim olmadığından ona bir cevap vermek yerine yanağımı yanağına yasladım, avucuma bıraktığı soğuk metalle ürpererek gözlerimi açtım, bana çakısını hediye etmişti. "Daha fazlası olmadığı için beni bağışla." Yanaklarımdaki göz yaşlarının izi gülümseyişim ile kapanırken elimi yanağına bırakarak onu kendime çektim ve dudaklarımı öteki yanağına kondurdum. Sıcacık yanağı içimi ısıtırken ondan uzaklaşarak kucağımdaki çakıyı incelemeye başladım, bu şimdiye dek aldığım en güzel hediyeydi ancak o farkında değildi. Dudakları yanağıma yumuşacık bir dokunuş bırakarak fısıldadığında gözyaşlarımı tutmak imkansız hale gelmişti.
"Doğum günün kutlu olsun, aşkım."
Hepinize merhaba! Sizler için yeni bir eski çağ hikayesi daha hazırladım ve adı The King. Pekala pek yaratıcı bir ismi yok ancak umarım bir şans verir ve okursunuz! İyi eğlenceler!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the mask | zm
FanfictionHerkes yüzündeki Maske'ye binlerce efsane uyduruyordu ancak kimse gerçeği bilmiyordu. Benim dışımda.