Kahvehaneden fırlayan sandalye sokağın ortasına sürüklenirken, Hakan ve diğerleri başını olayın olduğu tarafa çevirdi. Yarım kalmış çay bardağını elinden bırakıp masaya koydu. Sandalyesinin arkasına bıraktığı ceketi alıp üstüne giyerken, arada söylenmeyide ihmal etmiyordu.
Kadir kenarda telefonla konuşurken en az oda Hakan kadar şaşırmıştı. Bayram günü olacak iş miydi? Telefonu kapatıp cebine attı. Bakışları kahvehaneye yoğunlaşırken, içerden gelen gürültülü ses Kadir'i sinirlendirmişti.
İki dost büyük adımlarını kahvehaneye attığında gözlerine inanamadılar. Okey oynanılan masasının üstünde duran Kemal'e, Kepçe ve Aslan yumruklarını ardı ardına indiriyordu.
Çok öfkeli oldukları yüzlerinden belli oluyordu. Kepçe kenardan aldığı cam şişesini Kemal'in kafasına geçirecekken, kahvehanenin içinde yankılanan buz gibi ses Kepçe'yi durdurmuştu. "Yiğit!" diyen Hakan'dı. Cam şişesi ve eli havada durmuştu.
Aslında çok iyi çocuktu ama sinirlendi mi durdurana helal olsun! Harbi adamdı Kepçe, asıl adı Yiğit'ti. Hafiften kepçe olan kulakları onu fazlasıyla sevimli gösteriyordu. On dokuz yaşında, gencecikti daha. Annesinin ona küçüklüğünde Kepçe deyişiyle mahalleli Yiğit olarak değil, Kepçe olarak bildi.
Kadir gözlerini masada ki dengesize çevirdi. Ağzının kenarından süzülen kan, bu iki gencin onu haşat ettiğinin kanıtıydı. Uzattığı bıyıkları, giydiği siyah pantolon ve beyaz tişörtü tarzını değiştirmemişti.
Aslan üstünde, bir eli yakasında, bir eli yumruk şeklinde havada asılı kalmıştı. Hedefi gözünün tam altıydı, hıncını alamadığı belliydi. Bu adamın yaptıklarını İncirli mahallesi asla unutmayacaktı. Dış görünüşü onu ne kadar çekici yakışıklı bir beyefendi göstersede, içi çöp tenekesinden farksızdı. Bok herifin tekiydi...
Hakan dövülen kişiyi süzerken, boynunda ki hassas damarlar belirginleşti. O damarlar ya sinirliyken, ya da çok üzgünken ortaya çıkardı. Sol yumruğunu sıkıp gözlerini yumdu, kendi kendini telkinliyordu. Ona dersini yıllar önce mahallelinin önünde vermişti. Kundurasının tok sesi kahvehanenin içinde yankılandı, Aslan tuttuğu yakasını sert bir şekilde bırakıp kenara çekildi. Kepçe ise elindeki cam şişesini bir hışımla kenara fırlattı.
"Abi bu namussuz puşt mahalleye gelmeye nasıl cesaret eder! Birde kahveye gelmiş çay istiyor pişkin, pişkin!" Öfkeyle kahvede volta atan Kepçe küfür etmekten çekinmiyordu. Sinirliydi, haklıydıda.
Hakan diğerlerine nazaran biraz daha zayıftı, aralarında en kalıplısı, en heybetlisi, en yakışıklısı Kenan ile Murat idi. Bu yorgunluğunun sebebi ise geçmişte çektiği çileden dolayıydı.
Üstüne giydiği ceket o gün Azelya'nın kendi elleriyle yıkadığı ceketti. İki eli cebindeyken, birini çıkarıp havaya kaldırdı. Gözleri kısılmıştı, tıpkı bir çitanın avına baktığı gibi bakıyordu adama.
Masanın üstünde çaresiz ve savunmasızca duran kişi korkuyla baktı etrafında ki sinirli insanlara. Hepsi onu öldürecekmiş gibi bakıyordu, buraya bayramda annesinin elini öpmeye ve tekrardan incirliye dönmüştü.
Yaptıklarına pişman olmuş, geri dönmüştü Kemal. Kendini affettirmek istediği apaçık ortadaydı ama hatası affedilecek gibi değildi. Dudağının kenarındaki kanı silip ayağa kalkmaya çalıştı.
Öfkeyle Aslan'a baktı. "Sana ne oluyor lan! Elin bebesi, akıllı ol aklını alırım!" deyip parmağını ileriye salladı. O anda parmağı biri tarafından tutulup aşağıya indirildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahallenin Ağır Abisi (DELİKANLI)
Fiction généraleBizim hikayemiz içimizden biri öldüğünde başlayacak. Ben Hakan Yılmaz. Öyle soyadıma bakmayın; çokta güzel yıkılışlarım olmuştur bu dünyada. Sağlam darbeler yedim çocuk yaşımda. Kanımın, yaralarımın arasında büyüdüm ben. Bir mahalle var içinde bir ç...