Merhaba güzel ailem. Bir kaç şey söylemek istiyorum, lütfen okuyup ondan sonra bölüme başlayın... Az önce feci bir şey fark ettim, kurguyu değiştirdiğimden beri yazamıyorum ve feci bir durum daha var; kurguyu değiştirdiğim ilk bölümden bu yana çok fazla okur kaybettim.
Yine de canımı sıkmıyorum, çünkü kalanlar beni motive ediyor. Bir kaç kez aklımın oyunları: amaan bırak artık şu kitabı, uğraşma, boşuna yazıyorsun, hiç bir şey eskisi gibi değil dese de ne kadar çok bırakıp gitmeyi düşünsemde, aklıma siz düşüyorsunuz.
Çok fazla okur kaybetsem de, burada ilk bölümden beri hiç bıkmadan okuyan okurlarım var, bunları onlara nasıl yaparım dedim? Nasıl onları yarı yolda bırakırım... bazen uzun süre yazmayışlarımın sebebi de budur.
Miniklerim, kuzularım, ablalarım; beni yalnız bırakmayacağınızı umarak yazmaya devam edeceğim. Beni yalnız bırakmayın, bu hikayeyi sizin sayenizde büyütüp buralara kadar getirdim. Okuduğunuz için teşekkür ederim kalın sağlıcakla 💜🌸
Soğuk çok soğuk bir gün ama bu soğuğun tanrıyla bir alakası yok. Bu tamamen başka bir soğukluk, buz gibi, derinden sarsan bir soğukluk, ölüm soğukluğu. Sanki bedenim işkence görüyormuşçasına kasım kasım kasılıyor, gözlerim birini bekliyormuşçasına uzaklara dalıyordu. Ansızın bir huzursuzluk çökmüştü bedenime, dokunsalar hüngür hüngür ağlayacakmışım gibi bu yaşadığım karmaşık duygu çok saçmaydı.
Yatağımda sıkıntılı bir şekilde uzanırken, gözlerim köşede yıllardır hiç bir izini kaybetmeyen aynalı dolaba ilişti. Kenarında kalemle çizilmiş olan harf biraz da olsa gülümsememe neden olmuştu.
Murat abinin ilk harfi ve ortasına çizilmiş bir kalp. Bunu çok iyi hatırlıyorum, Hera bunu ortaokulun sonlarında yapmıştı.
Onu çok seviyorum Azelya, bak buraya kazıyorum Murat ile evlenip buralardan çok uzaklara gideceğiz...
Yatağımın kenarında duran telefon titremeye başladığında, heyecanla ekrana bakmadan kulağıma götürdüm.
"Azelya..." bir hıçkırık sesi haince kulağıma ilişti. Telefondaki kişi ağlıyordu.
Çatık kaşlarla ekrana baktım. Arayan kişi hiç ummadığım bir kişiydi. Tuhaf bakışlarla yataktan kalktım.
İnce parmaklarım telefonu sıkı sıkı sardı. "Baran abi?"
Derin bir iç çekiş kulaklarıma doldu. "Nazlı." dedi ve sustu.
Telaşla ayağa fırlayıp camın önüne geçtim. "Abi?" korkarak devam ettim. "Nazlı ablaya bir şey mi oldu?"
"Gitti." Ürpertici sesi bedenimi titretmişti.
"Nerdesin?"
Bir süre sustu ama sonunda kısaca cevap verdi. Babasının vefat ettiği hastanedeydi. İçimdeki kötü hislerle telefonu kapatıp hiç düşünmeden çıkış kapısına yürüdüm.
Bu gecenin karanlığında hastaneye gidecektim. Gitmek zorundaydım. Baran abiyi bir başına bırakamazdım. O kapıyı sessizce açıp kendimi sokağa attım.
Hastaneye hiç durmaksızın koştum, hiç dinlenmeden, düzenli nefes almadan sadece koştum. Hastanenin kasvet dolu kokusundan anlamıştım içeriye girdiğimi. Başım dönüyordu, böbreklerim ağrıyordu üstelik dilim damağımda kurumuştu.
Morgta olduğunu söylemişti. Morg katı en alt kattaydı. Aklımdaki kötü düşünceleri defederek merdivenlerden sessizce aşağı indim. Morg kapısına yaklaştıkça içim içimi yiyordu, elimin titremesini bir türlü durduramıyordum. Aralık kapının eşiğinden içeriye göz attım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahallenin Ağır Abisi (DELİKANLI)
Ficción GeneralBizim hikayemiz içimizden biri öldüğünde başlayacak. Ben Hakan Yılmaz. Öyle soyadıma bakmayın; çokta güzel yıkılışlarım olmuştur bu dünyada. Sağlam darbeler yedim çocuk yaşımda. Kanımın, yaralarımın arasında büyüdüm ben. Bir mahalle var içinde bir ç...