Çok, çok geç geldim biliyorum ama inanın bu benlik bir durum değil. Hikayeye bir türlü odaklanamıyorum. Koptum sanki. Lütfen beni anlayın. Siz kardeşlerimin anlayacağını düşünüyorum. En azından sadece sizin anlayacağınızı düşünüyorum.
Hepinizin bol bol yorum ve oy vereceğinizi diliyorum, hepsini tek tek okuyacağım...
İncirli'nin yorgun yıpranmış binalarının arasında kalan dar, ürpertici sokağın kaldırımlarından yürürken aklımda gezip dolaşan, beni sürekli rahatsız eden bir düşünce vardı. Nedendir bilmem ama içime bir kasvet çökmüş, sanki boğuluyormuş gibi hissediyordum.
Sokakta rahatsız edici bir hışırtı var. Kulaklarımı tırmalayan. Rüzgar eşliğinde dallarını birbirine sürten ağaçlar dikkatimi dağıtıyor, düşünmeme izin vermiyordu.
Az sonra belime atılan güçlü bir kol beni kendine doğru yakınlaştırınca güzel yüzüne bakıyorum. Kusursuz bir yüz değil ama tamamen masum bir yüz. Sol yanağında hafif belirgin olmayan bir yara izi duruyor, sanki bu onun bütün masumiyetini ortadan kaldırıyordu. Hakan Yılmaz tam o sırada bana karşı gülümsüyor, o kadar zoraki bir gülümseme ki; yüzündeki acıklı hali benden saklayamıyor.
Bir anda içim nedensiz bir şekilde ürperiyor. Avuçlarımın arasına Hakan'ın yüzünü alıyorum. Günahsız gözlerine bakarken parmak uçlarımla hafiften yukarıya yükseliyorum, boynunu öpüyorum ve bunu yaparken hiç çekinmiyorum. Kokusunu kendime bahşederken onu öpmeye devam ediyorum.
Acı onun yüreği. Bela onun gölgesi.
Acılı yüreğine merhem olup, belalı gölgesine bir ışık oluyorum.
Ve o mühim soruyu kulağına fısıldıyorum. "Onu özlüyor musun?" Saçlarını okşarken ondan ayrılmıyor, gözlerinin içine bakmamak için elimden gelen her şeyi yapıyordum.
Dudakları yanağıma sürterken nefesi nefesimi kesiyordu. "Küçük yorgun bir kardeşin, güçlü abisini özlemesi kadar çok." Zorlanarak ve yavaş yavaş söylemesi beni içten, en derinimden vurmuştu. İlk hainliği sağ gözüm yapmış, yanağıma doğru inen bir ıslaklık beni aşırı bir şekilde öfkelendirmişti.
Hakan görmeden hemencecik siliverdim. Böyle şeylere lüzum yoktu. Ağlamak kadar gereksiz bir şey daha yoktu şu saçma hayatta. Toparlandım. Daha sıkı sarıldım, aramızdan rüzgarın geçmesine dahi izin vermeyecek kadar sıkı sarıldım.
"Peki neden bu düşmanlık?" Ağzımdan fısıltı halinde çıkan kelimeleri hışırdayan ağaç sesleri bir anlığına kaybetti ama Hakan beni çok iyi duymuştu.
Bu sefer ilk adımı o atmıştı. Bir kolunu belime sararken sağ elini başımın üzerine koymuştu. Mahallenin, konu komşunun laf sözlerini ya şuan umursamamıştı ya da tamamen unutmuştu.
Onu tüm benliğimle hissediyordum. "Benden ölümüne nefret ediyor." derken omzuma gömüldüğü için sesi boğuk çıkmıştı.
Göğsünden küçük küçük öptüm. "Hayır! Hayır senden nefret etmiyor." dedim ama bu söylediklerimden pekte emin değildim.
Baran anlaşılması güç bir adamdı. İçinde neler olup bitiyor sadece o bilirdi. Yüz ifadesinden ve konuşmalarından hiç pas vermezdi; çok iyi bir oyuncuydu. İstediği role girip, kuşanıp karşısındakini çokta güzel yanıltabilirdi. Kısacası çözülmez, anlaşılmazdı.
Sahici olmayan bir gülümseme bıraktı ortaya. "Bu dediklerine gerçekten inanıyor musun?"
"Baran'ı ikimiz de çok iyi tanıyoruz. Sen onun için eşsiz bir dostsun."
"Öyleydi." dedi çatallaşan bir ses tonuyla sonra bir anda beni kendinden ayırıp karşı tarafa tuhaf tuhaf bakındı.
"Azelya hemen içeri gir." dedi kasılmış çenesi bir kaç kere titredi. Beni arkasına alıp evin olduğu tarafa yönlendirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahallenin Ağır Abisi (DELİKANLI)
Fiction généraleBizim hikayemiz içimizden biri öldüğünde başlayacak. Ben Hakan Yılmaz. Öyle soyadıma bakmayın; çokta güzel yıkılışlarım olmuştur bu dünyada. Sağlam darbeler yedim çocuk yaşımda. Kanımın, yaralarımın arasında büyüdüm ben. Bir mahalle var içinde bir ç...