Yorum lütfen.
Önümde duran kaseyi avuçlarımla sarıp içindeki çorbayla ısınmaya çalıştım. Yanımda oturan Dean ve karşımdaki Sam'in bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Kaşığı tutup biraz çorbayı ağzıma götürdüm. Endişelenmeleri anlaşılırdı ama baskıya tahammül edemiyordum.
"Rachel," diye başladı Dean. Bıkkınca ona dönüp baktığımda duymaktan yorulduğum soruyu tekrar sordu. "İyi misin?"
"Lanet olsun." dedim gülerken. "Ciddi misiniz?"
Cevap vermedi, devam ettim. "Hayır, iyi değilim. Birkaç gün önce erkek arkadaşım öldü. İyi değilim, ama fırsat verirseniz olmayı deniyorum. Siz sürekli hatırlattığınız için de pek mümkün olmuyor."
"Sana iyi misin demediğimizde konuşmuyorsun bile." dedi Dean. Haklıydı, ama istemiyordum, yapılacak bir şey yoktu.
"Acıktığını bile öğrenemiyoruz. Ya da nasıl hissettiğini."
"Bundan kime ne?" diye çıkıştım. "İyi olmayabilirim ama olmaya çalışıyorum ve bu kez konu benimle ilgili olduğu için bırakın da kararları ben vereyim."
"Seninle ilgili, ha?" dedi Dean kaşlarını kaldırırken. "Yani Kevin'ı sadece sen tanıyordun ve sadece sen kaybettin, değil mi Rachel?"
Sustum. Sonra da etrafı rahatsız bir sessizlik sardı ve hepimiz yemeklerimize döndük. İstemesem de en azından insani ihtiyaçlarımı gidermek için birkaç kaşık çorba içtim.
Kimse konuşmamaya devam ederken ben de suskunluğumu sürdürdüm. Yemeklerimiz bitince Sam cebinden çıkardığı parayı masaya bıraktı ve kalktık, Impala'ya doğru ilerledik.
Arabaya binince etrafımı saran sıcaklıkla kasılan bedenimi serbest bıraktım. Ocak ayının son haftasındaydık ve her şey hala berbattı. "Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer." cümlesine çok inandığım için de kendimi bütün bir senenin berbat geçeceğine inandırıyordum, açıkçası, bu duruma engel olamıyordum. İyi ne olabilirdi ki? Gökten Kevin mı düşerdi, yoksa annem ve babam mı? Yoksa uyanıp her şey rüyaymış diyerek hayatıma devam mı ederdim?
İstemiyordum. Yaşadığım hayata maalesef alışmıştım ve üzücü bir durumdu, çünkü korkunç bir hayata kim "alışkın" olduğunu söyleyerek devam etmek isterdi ki?
İç sesim birden beni böldü. "Senin gibi bir ezik, Rachel!"
Kavgaya başlamadan başımdaki bulutları savurdum ve arka koltuğa uzandım. İyi uyuyamıyordum çünkü gözümü kapattığım her anda Kevin'ın kanlı görüntüsü gözlerimin önünde beliriyordu, kurtulamıyordum. Denemiyor değildim ama olmuyordu işte.
En sonunda uyuyakalıyor, birkaç saate tekrar kabuslar eşliğinde uyanıyordum. Neyse ki kabuslar vardı, yoksa yapayalnız kalırdım (!).
Bir süre sonra ağrıyan sırtım üzerine ceketimi çıkardım ve koltuğun bir ucuna fırlattım, başımı üstüne koyup gözlerimi kapattım. Uyuyamayacaktım ve biliyordum, sadece düşünmeliydim.
Ve uykusuzluk fazla gelmiş olmalıydı ki uyumuştum, bunu tekrar gözlerimi açtığımda havanın kararmaya başlamasından anlamıştım. Dean hala direksiyondaydı ve Sam yan koltukta uyuyordu. "Neredeyiz?" diye sordum.
"Yolda." dedi Dean kestirip atmak istercesine.
"Saat kaç?"
"Neredeyse 7 olacak."
"Kaç saattir yoldayız, Dean?"
"Öğle vakti çıktığımıza göre?"
Neredeyse 6 saat.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü
FantasyAilesi doğaüstü bir şekilde öldürülen Rachel Parker'ın Winchester'larla devam ettiği yolda karşısına neler çıkacak?