Hala elimden bırakmadığım tuz kutusunu savurarak içinden bir miktar tuzun çıkıp silik görüntünün kaybolmasına sebep olduktan sonra ne yaptığıma anlam veremeyerek etrafa bakındım. Bir de elimdeki kutuya.
"Bu sıradan bir tuz olamaz!" diye bağırıp onu havaya fırlattım. Sam birkaç adım geriye çekilip kutuyu tuttu ve konuştu.
"Bu sıradan bir tuz. Bu yüzden ona ihtiyacımız var."
O an ağlamama engel olamayacağımı biliyordum, en azından şiddetini azaltabilirdim. Bu yüzden önüme eğilip terliklerimi incelerken bir yandan da parmaklarımı çıtlatıyor, dudaklarımı ısırıyordum, bu her zaman sakinleşmeme yardım ederdi.
Ellerimi yüzümü kapatmak için kullanıp ağlamaya başladım. Hıçkırıklarımdan çok iç çekmelerim ses çıkartıyordu. Ellerimin tersiyle göz yaşlarımı silip arkama döndüm ve gözlerimi iyice açarak hava almasını sağladım. Böylece göz yaşlarım kuruyacaktı.
Omzumda bir el hissedince sıçrayarak geriye döndüm.
"Hey, ağlama." dedi o. "Neden ağladığını bilmiyorum, muhtemelen korkuyorsun, ama iyi olacağın konusunda sana söz verebilirim. Eğer bu lanet şey bizi öldürürse de arkana bakmadan kaç. Arabanın anahtarları cebimde, ölürsem diye bil istedim."
Konuşanın Dean olması beni oldukça şaşırtmıştı, tepki vermeden edemedim. "Sen kimsin ve bu uyuza ne yaptın?"
Buna karşılık gülümsedi. "Bu uyuz hala uyuz, sadece senin gözünden, ama kalpsiz değil. Ağlamana göz yumamam. Kimsenin ağlamasına göz yumamam." dedi.
Omzunu sıvazladıktan sonra Sam'e döndüm. Telefonuyla uğraşıyordu.
"Dean," dedi. "Frank Morgan'ın bir tutam saçı hala saklanıyor. Müzedeymiş. Müze yarım mil uzaklıkta. Ama tam adres yok."
Konuşmaya başladım. "Eğer bu şu bilim adamlarından kalanlarla ilgili müzeyse sizi götürebilirim. Ben yolu biliyorum. Ama arabayı kullanmama izin verirseniz.."
Ama Dean beni bağırarak yarıda kesmişti: "Bebeğimi zorunda kalmadıkça kimseyle paylaşmam!"
"Dean, yolu bilmiyoruz." dedi Sam. "Rachel biliyor, kaybolma riski alacak mısın sahiden?"
Bunu duyunca ukalaca tek kaşımı kaldırdım. Biraz benim de kibirlenmem gerekmiyor muydu? Bu sırada, bakışlarımı Dean'e yöneltip bekledim.
"Ah, peki." dediğinde sevinçle sırıttım. Ama cümlenin devamı çok tehditkardı, ve ses tonu da öyle: "Kaza yaparsan seni öldürürüm."
"Beni tehdit edemezsin." deyip gülümsedim ve Dean'in cebinden anahtarı alıp arabaya koştum. Çalmak demiyordum çünkü anahtarların yerini kendi ağzıyla söylemişti.
"Sen delisin!" diye bağırdı arkamdan.
"Biliyorum!" dedim. Araba kullanmayı feci seviyordum. Aşırı seviyordum, ama arabam olmadığı için sık sık kullanamıyordum. Babamın arabası vardı, ama paramız olmayınca önceki sene onu satmıştık. Ehliyetim yoktu ama babam bana öğretmişti, ve araba kullanmak tutku gibiydi.
Ve bu fırsat kaçmazdı, şantaj yapmak zekiceydi.
Kilidi açtıktan sonra sürücü koltuğuna yerleşip arabayı çalıştırdım. Sam arkaya, Dean yanımdaki koltuğa oturunca kapıları kilitleyip gaza yüklendim ve arabayı ana yola çıkarıp müzeye doğru sürmeye koyuldum. Yol öyle güzeldi ki, tanrım, tepedeki ay olsun, iki yanımızı saran yemyeşil çalılıklar olsun, her biri ayrı mükemmeldi. Kendimi kaptırmış olduğumdan müzeyi geçtiğimizi anlamam bir buçuk dakika filan sürmüştü.
"Kahretsin..." dedim sessizce. Devamını getirmemiştim. Şimdi geri dönmem gerekiyordu ve Dean bu yüzden bana yüzde iki bin kızacaktı.
"Neler oluyor?" dedi Sam.
Arabayı yolun ortasında durdurduktan sonra geriye yaslanıp ellerimi başıma koydum ve ofladım.
"Bebeğim iyi mi?" dedi Dean. İlginç bakışlarımı ona doğrulttuğumda kafasını diğer tarafa çevirdi ve kolunu arabanın camına doğru yaslayıp burnunun ucunu sıktı.
"Müzeyi geçtik. Dalıp gitmişim. " dedim sessizce.
"Sorun değil," dedi Sam.
"Hayır sorun!" diye bağırdı Dean.
Kemerimi çözüp arabadan çıktım. "O zaman müzeyi kendin bulursun!" diye bağırıp hızlıca kapıyı çarptım.
Sustum ve kasabaya doğru geri yürüdüm. Arkama bile bakmadan.
Bu sırada kapının açılma sesini duydum, sonra tekrar bir açılma sesi, sonra bir kapanma sesi ve bir de eski olduğu bariz belli olan arabanın motorundan çıkan hırıltı.
Sonra da arabanın yolda hızlıca ilerlemesini gördüm.
Benden hızlıydı, içerisi sıcaktı, arabada olmanın bir çok avantajı vardı. Ama ben dışarıdaydım, ve dezavantaj da bendeydi.
Sağ tarafımdan gelen kurt sesleri, birkaç hışırtı üzerine, sanki sesten kaçabilirmişçesine sola doğru kaçtım.
"Tanrım, sen beni koru." dedim, gökyüzüne diktiğim gözlerimi tekrar aşağı indirip yürümeye devam ettim.
Belki Tanrı bana bir kıyak yapardı, belki sadece kendimi avutuyordum. Belki beni bir kurt yerdi! Belki de sağ salim eve dönerdim.
Yaklaşık on metre yürümüştüm. Rüzgar benden yana değildi ve tersime esiyordu, bu nedenle bir sağa bir sola kayarak adımlarımı zor atıyordum ve dengemi korumakta da güçlük çekiyordum. Aynı zamanda üşüyordum.
Arkamdan gelen araba farlarının ışığı yola yansıyınca ümitlerimin tükenmemesi gerektiğini anlamıştım. Ama, yüzüme koca sırıtmamı yerleştirmemle silmem bir oldu.
Dean'in bebeği önce önüme geçti, sonra yolu kapattı. Ve Dean göründü. "Bin arabaya."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü
FantastikAilesi doğaüstü bir şekilde öldürülen Rachel Parker'ın Winchester'larla devam ettiği yolda karşısına neler çıkacak?