14

579 43 7
                                    

Multimedyaya Kevin'ın akıl durduran birgörüntüsünü bırakıyor, ve yazmaya koyuluyorum...

17 KASIM 2015

Gözlerimi kaçıncı kez midemdeki his yüzünden açtığımı bilmiyordum, ama o seferkinin son olacağını biliyordum ve olmuştu da. Acıkıyordum. Midem karıncalanıyordu, ama sonra bu his sıradanlaşıyordu. Daha sonra tekrar uyukuya dalıyordum.

Tekrar uyanıyordum, ve tekrar uyuyordum. İki gündür bunu kaç kez yaptığımı bilmeye imkan yoktu. Kendi pisliğimde yaşıyordum ve bundan utansam da ölümüne kötü kokuyordum.

Güneşin ikinci doğuşuydu ve yeni bir gündü. Onların gelmesi için açan yeni umutlardı. Ve de onların gelmemesi için.

Çünkü geldiklerinde ağızlarında biriken tüm tükürüğü pis kokusuyla beraber yüzüme tükürmekten, bacaklarıma, belime, kollarıma hatta yüzüme ve göğsü yarısından fazla yırtılmış tişörtümden dolayı açılan karnıma bıçakla çizikler atmaktan çekinmiyorlardı. Evet, karanlık iki kez çökmüştü, ama umutlarım ikiden fazla kez son bulmuştu. Her kapı açıldığında, Sam ve Dean yerine onları her gördüğümde bir kez daha gece oluyordu sanki. Gözlerim beklediğini görmeyince bir kez daha kanlanıyordu ama ağlamıyordum. Nasıl bir adalet bu, diye düşünmeden edemedim. Her zaman Tanrı'ya inanmıştım, ama o an, inançlarım son bulmuştu. Tanrı ibadet eden kullarına iyi davranmayacaksa o zaman inanmanın ne anlamı vardı?

O günün sabahı, kapı tekrar işkençe için açılınca dişlerimi sıktım. Güçsüzlüğümü göstermeyecektim ve kararlıydım.

Karşımda iri bir adamın gölgesini görünce yüreğim her zamanki gibi ağzıma gelmiş, beynim vücuduma acıyı yok etmesi için sinyaller gönderiyordu.

Perdenin örtmediği köşeden gelen güneş ışığı onun yüzünü aydınlatıyor, görmemi sağlıyordu. Adımları son bulunca karşımda dikildi. Yeşil gözleri siyaha dönüp parlarken sırıttı, saçlarımı kökünden tutup çekince bağırdım. "Daha çok eğleneceğiz Rachel Parker."

***

Rachel'ı kaybeden Sam ve Dean stres içinde geçirdikleri iki gün boyunca son işi de halletmiş olmanın rahatlığıyla kaldıkları motel odasından dışarı adım atmamış, onu bulmak için binbir yola başvurmuşlardı. Son çare olarak tanıdıkları epey geniş çevresi olan bir avcıdan yardım istemişler, ama olumsuz cevap alınca şanslarına küsmüşlerdi.

Kız elden gitmişti. Neyle ilgiliydi ki? Onu kim almış olabilirdi?

Kevin'in telefonda söylediklerini duyunca aceleyle motele dönen iki kardeş aradıklarını bulamayınca sıkıntıya girdiklerini anlamışlardı.

Dean oturduğu yerden etrafı süzdü. İki gün boyunca sessizliğe hapsolmuş duvarların içinde aslında Rachel'ın, kendisinin, belki de Sam'in çığlıklarının hapsolmuş oluşu onu kahrediyordu. Rachel savunmasız, duygusal, narindi. Dokunulsa ağlayacak, şeker alınmadığında mızmızlanacak bir kızdı. Başına her ne geliyorsa, acaba dayanabiliyor muydu? Belki ölmüştü. Canı yanıyor muydu? Yanmış mıydı?

Gençti ve en az onlar kadar şanssızdı. Zavallıydı. Dünyada bir başına kalmış, sığındığı yer de başına bela açmıştı.

Dean her şeye ulaşabileceğini bildiği bir insandan yardım istemeyi son çare bile olarak görmezken eli cebine gitti, telefonunu açtıktan sonra üç rakamlı numarayı tuşladı ve bekledi. "Cehennem tesislerine hoş geldiniz. Ben kralınız Crowley. Hatta kal..."

Ve ardından Dean'in kulaklarına nefret ettiği bir ses doldu: Crowley'in sesi. "En sevdiğim müşterim!" diyordu. "Seni telesekretere bırakacak değildim ya! Kendim geldim."

DoğaüstüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin