Neler olduğuna anlam veremiyor olma durumum devam ederken görüntü tekrar belirdi, Sam'in üzerine ateş etmesiyle kaybolmuştu fakat bir dahaki sefer benim önümde görünüyordu.
Ellerimi yüzüme siper ettikten sonra tiz sesimle koca bir çığlık attım. Kolumda hissettiğim elin ne olduğuna bakmaya bile fırsatım olmadan tüm bedenimi çekildiğim yere sürükledim. Sanırım şu iki dingilden biri beni dışarı çıkarmayı deniyordu. Uzattığım elim bacağına, keten pantolonuna yapışınca onayladım: uzun saçlı olan beni dışarı çekiştiriyordu. Hem de yerde sürükleyerek.
Hala gözlerimi açacak kadar cesur olmadığımı hissediyordum. Soğuk rüzgar yüzüme ve boynuma vurunca gözlerimi daha da sıkıp ayak bileğini sıkmaya devam ettim. Benden kurtulup aşağı eğildi. Korku beni daha fazla ele geçirirken bütün sesler arasında boğuk gelmeyen tek sese, Sam'in sesine cevap verdim. "Rachel?!" diye bağırıyordu.
"Ne?" dedim. Sesim sakin çıkıyor gibiydi, bunun tek sebebi ise şoku atlatamamış olduğumdan konuşmaya bile gücümün olmamasıydı.
"İyi misin? Canın yanıyor mu?"
Cevap vermedim. Kafamı çevirip içeri doğru yürümeye başlayacakken beni tekrar kolumdan tutmuştu.
"Bırak!" diye bağırdım. "Bırak, dokunmayın!"
"Bunu açıklayabilirim, beni dinlersen.."
"Seni dinlemeyeceğim. Şimdi eve girip ders çalışacağım ve yemeğimi yeyip uyuyacağım ve her şey güzel olacak. Sabah uyandığımda ise.."
"Eğer kafandaki şeyleri uygularsan sabah uyanamayacağını biliyor olmalısın." diye cevap aldım, ama bu kez Sam değildi.
"Uyanacağım. Sabah siz ikinize gıcıklık yapmak için uyanık olacağım." dedim.
Bu kez, "Bunun anlamı sana yardım etmemize izin veriyorsun demektir çünkü izin vermezsen sahiden, uyanamazsın." dedi, gözlerini devirip baktı.
"Bu seni ilgilendirmez. Ölürsem bu senin suçun olmayacak ya!" dedim. "Ne diye bana yardım etmeyi istiyorsunuz ki?"
"Anlamıyorsun, Rachel." dedi Sam. "Dışarıda aileni katledenler gibi birçok intikamcı hayalet var. Bununla kalmazmış gibi daha sayamayacağın kadar çok doğaüstü yaratık var. Bunları avlayınca insanları kurtarmış oluyoruz ve bu aile mesleği. Bu kez sıra sana geldi ve.."
"Raporunu göstermezsen sana inanmam." dedim, küstahlık etmekten çekinmeden.
"Ne raporu?" dedi Sam, gözlerini kısarak.
"Deli raporu. Ya da yürüyün de hastaneden sizin için birer tane alalım, çocuklar. Cinayet filan işlerseniz ihtiyacınız olur. Yani sonuçta delisiniz, ne yapacağınız belli olur mu ki?"
"Biz deli değiliz!" diye bağırdı Dean, iki eliyle birden boynumu kavrayıp ayaklarımı yerden kesince neredeyse boğuluyordum.
Tek nefeste konuştu. "Bak, küçük hanım. Senin kaprislerini çekmek istemiyorum ve seni kurtarmaya da meraklı değiliz. Dediğim gibi, bu aile mesleği ve bunu yapmak zorundayız. Şimdi, şu saçma tavırlarından vazgeç ve bizimle birlikte mezarlığa yürü. Sana burada kalıp ölmen gibi bir seçenek vermiyorum."
Ve bu, boğazı sıkılan birisi için fazla uzun bir konuşmaydı.
Sahiden, nefesim kesilmişti ve çırpınıyordum. Ellerimi kaldırıp yüzümü işaret ederken bir yandan da ağzımı kocaman açıp nefes almaya çalışıyordum. Bir an öldüğümü sanmıştım ki o anda kendimi boşlukta buluverdim. Yere düşmek üzereyken koltuk altlarımda hissettiğim iki elle ucuz atlattığımı fark etmiştim.
"Yakaladım seni." dedi Sam, sonra yavaşça beni geri bıraktı.
Dean arkasını dönmüş saçlarını yoluyor gibi hareketler yapıyor, belki dişlerini sıkıyor, belki benim göremediğim daha birçok sinirli tavırlar sergiliyordu.
Nefesimi kontrol altına alınca bağırdım. "Sen kendini ne sanıyorsun?! Beni boğacaktın!"
"Zaten onu deniyordum. Ama vicdansızlığın lüzumu yok dedim." dedi, sırıttı.
Anlamıyordum, yani neredeyse bir cinayet işleyecekti, beni öldürecekti ve bu kadar rahat davranıyordu. Gerçekten deli olabilir miydi?
"Zaten ölmeyeceğini biliyordum." dedikten sonra ellerini ceplerine tıkıp siyah, parlak arabaya doğru ilerledi.
"Rachel, bizimle gelmen iyi olacak. Bu hayaletten kurtulana kadar yalnız kalmamalısın." dedi Sam.
"İyi ama ben sizinle gelemem. Sizi tanımıyorum. Ayrıca hayaletler gerçek değil. Hem belki... Belki de beni kandırıyordunuz ve az sonra beni bu arabayla kaçırıp düşünmek bile istemediğim şeyler yapıp.."
Susmuştum. Susmuştum çünkü önüme eğik kafam kalkmış ve o ikisinin tuhaf bakışları gözlerime kitlenmişti. Fakat ben hangisine bakacağımı seçemiyordum.
"Ne?" dedim. "Şaka yapmak da mı yasak?" diye sürdürerek durumu toparlamaya çalıştım. İkisi de buna inanmış olacak ki gözleri başka yöne dönmüştü.
Yer mantarı yanıma gelip soğuk elini bileğime yapıştırınca ürpermiştim. Arka koltuğa kadar onun peşinden sürüklenmiş, sonra da bir mal gibi oraya fırlatılmış ve kafamı diğer kapının camına çarpmıştım.
En sonunda kendime hakim olamayıp bağırdım. "Buna adam kaçırma denir! Sizden kurtulup polise şikayet ettiğimde görürsünüz! İkiniz de.."
Evet, devamı gelmeden ağzıma bir bant yapışmıştı. Sırtımı yasladığım kapı açılmış, oradan da ellerim bağlanıyordu. Ayaklarımla beni bantlayanın karnına tekmeler atıyordum ama etkilenmediğini görmek zor olmuyordu. Lanet olsun! Bu cidden, düpedüz adam kaçırmaydı.
Arkamda kalan kapı tekrar kapandığında yeşil gözlüsü -bunun ismini sıklıkla unutuyorum- ayak bileklerimden tutup arka koltuğa yatmamı sağlayıp o kapıyı da kapattı.
Bağırıyordum fakat sesim en azında çıkıyordu, sesimi ben bile zor duyarken başkasının duymasına imkan yoktu. En sonunda çırpınmayı bırakmış bahtsızlığıma ağlamaya başlamıştım. Hıçkırıklarla ağlıyordum ama yine sesim çıkmıyordu. Sanki sadece gözlerim ıslanıyordu.
Çığlık atamamak üzüntümü katlarken yaptığım tek şey susmak oldu. Daha fazla susmak nasıl mümkün olabilirdi ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü
FantasyAilesi doğaüstü bir şekilde öldürülen Rachel Parker'ın Winchester'larla devam ettiği yolda karşısına neler çıkacak?