Her zaman dünyanın en huzurlu, bana her koşulda huzur verebilecek tek yeri olarak nitelediğim yer bile beni huzursuz ediyordu artık. Her şeyin katlanılabilir bir yanı vardı, her şey bazen sindirilebilirdi ama her zaman değil. Bir hata bir kez, iki kez veya üç kez yapılırdı en fazla; dördüncüye aynı hatayı tekrarlamaksa aptallıktan başka bir şey değildi ve artık kendinizi rahatça suçlayabilirdiniz. Tıpkı benim her şeyin üstesinden gelecekmiş gibi hayata göğüs germeye çalışmam ama sonunda büyük hüsrana uğramam ve verdiğim birçok karardan pişmanlık duyup kendi kendime bok atmam gibi.
Cidden, son zamanlarımı böyle geçirmiştim.
Derin bir nefes aldım ve hıçkırıklarımı yutmaya çalıştım. "Neyin var?" diye sordu Dean, tekrar, tekrar ve cevap vermediğim her defasında bir kez daha.
"Suçluyum." dedim. "Rebecca'ya olanlar benim yüzümden, sana olanlar benim yüzümden ve şimdi bu halde olmam da benim yüzümden. Her şeyi ben yaptım."
"Hiçbir şey senin yüzünden değil." diye yanıtladı beni ama her şeyi bilen birini bu cümleler ne kadar sakinleştirebilirdi ki?
"Buna gerçekten inanıyor musun?" dedim. "Tek başıma gitmek istediğim için olmadığına cidden inanıyor musun, Dean?"
"Böyle düşünerek hiçbir yere varamazsın." dedi ve bunlar onun kaçış cümleleriydi.
"Yalnız kalmak istiyorum." dedim.
"Yeterince yalnız kaldın." dedi, yorganımı üzerimden kaldırıp yanıma uzandığında oflayarak adını söyledim. "Vakti geldiğinde, herkes yalnız kalacak vakti bulacak ama şimdi birlikteyiz."
Klişeler klişesi bir laf anımsadığımda güldüm. "Madem birlikteyiz, bana hikayenizi anlat, Dean." dedim. "Sonraya ertelemiştin, sonra oldu."
"Bekle." dedi, kalkıp odadan çıktı ve elinde üç tane bira şişesiyle geri döndü. Birini komidinin üzerine bıraktı, birini eline aldı ve yatak başlığına sırtını yaslayarak oturup ayaklarını uzattı. Bana verdiği şişeyi uzanıyor olduğumdan yere bıraktım, yüz üstü yattım ve kollarımı çenemin altına koydum, gözlerimi ona diktim. "Seni dinliyorum."
"Henüz biz doğmadan önce, annem ve büyükbabam avcılardı ve babam bunu bilmiyordu, annemle birbirlerine deli gibi aşıktılar. Büyükbabam John Winchester'dan nefret ediyordu ve asla annemle ilişkisini desteklememişti zaten. Bir seferinde, Azazel adında bir iblisi avlamak için işe koyulduklarında her şey tepetaklak olmuş ve Azazel büyükbabamın bedenini ele geçirip hem onu, hem de babamı öldürmüş."
"Aman Tanrım." dedim.
"Annemin ikisini de kazanma şansı olmadığından sadece aşık olduğu adamı geri getirmek için büyükbabamın bedenindeki iblisle bir anlaşma yaptı ve bunun şartlarını biliyorsun."
Annesi kendi babasını öpmek zorunda kalmıştı, ıy.
"Bütün bunlardan sonra annemle babam evli ve mutlulardı, annemin on yılı vardı ve yaşayıp gidiyorlardı. On yıl sonra, Sammy henüz bir bebekken annem duyduğu seslerle onun odasına girdi ve tanrım, o geceyi unutamıyorum."
Gözleri daldığında biraz öne kaydım ve beline sarılıp ona yaslandım. "Geçti, Dean." dedim, kucağında duran sağ eline bir öpücük bırakmadan önce.
"Azazel Sammy'nin başındaydı ve ona psişik güçler vermek için ağzına iblis kanı damlattı ama tabii buna kimse yetişemedi. Annemin odaya gitmesiyle Azazel onu tavana yapıştırdı ve yaktı."
Gözlerim şaşkınlıkla açılırken başımı kaldırıp ona baktım. Bütün bu olanları öyle soğukkanlı bir şekilde anlatıyordu ki hayret etmemek mümkün değildi. "Sonra babam avcı olmaya ve annemin intikamını almaya karar verdi, ben ve Sam bütün çocukluğumuzu motel odalarında ve yalnız başımıza geçirdik, bazen babamın arkadaşlarının yanında."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doğaüstü
FantasyAilesi doğaüstü bir şekilde öldürülen Rachel Parker'ın Winchester'larla devam ettiği yolda karşısına neler çıkacak?